yine akşam ettik bir günü daha... yine birbirine eşit lanetli bir günü bitirmek üzereyim. affına sığınmaktan başka duam yok Rabbim... mübarek bir gün bugün... mübarek cuma günü... hayırlara vesile olsun inşallah.. bu haftaya çok anlatacak konu birikti.. en doyumsuz hazzı ise GALATASARAY verdi... bunu yazmak için gelmedim aslında.. ama sırf bu mutluluk için sayfalarca yazsam yetmez... teşekkür ederim sevdam...
bir süre kendime, kendi iç dünyama, kendi kabuğuma çekileceğim... muhtemelen, ömrüm yettikçe sana gelip bir şeyler karalarım. iç döküş olur, öylesine olur, hayata dair olur... olur da olur... nasip tabi herşey.. şu anda, çok sevdiğim bir şarrkıyı dinliyorum. Özgür Akkuş ve Gökhan Türkmen Kayıp Şehir adlı şarkıyı.. bu şarkıyı nasıl seviyorum anlatamam.. bu nasıl bir sözler bütünüdür? bilmiyorum nasılını.. bildiğimse, kendimden bulduğum izler, şarkıya yer etmiş sanki..
kızıyorum en zayıf halime diyor.. birisi de bana, sev ama çok sevme demişti, çok sevmek zayıflıktır diye de sebebini açıklamıştı... bense katılmak istemediğim ama temelde bildiğim gerçeği duymaktan rahatsız olmuştum. çünkü çok seven ben idim... zayıf olmayı kabullenmek istememem normal olsa gerekti. bense her daim dediğim söze çıktım...
" çok sevme, çok nefret edersin! " .....
öyle de oldu sanırım... çok dediğimizde, somut bir rakam olmadığından, bu çoğul tabiri açamıyorum. çok görecelidir ama benim çok tabirim, nefes alıp verirken, gülüşüme sebep ol manasında olur...
bu aralar, Küçük İskender okuyorum.. ve bu kendi iç dünyama çekilişimde, epeydir okumadığım kitaplarımı okumayı hedefliyorum. oraya sığınmazsam, ruhum isyan bayrakları açacak farkındayım... farklı şeyler yapmam lazım, bir kaç projem var, bir kaç niyetim. Allah yüzümü kara çıkarmasın diyerek hayırlısını diliyorum. umut denen kelimeyi sevmiyorum. biliyorum ki, müslümana ümitsizlik yakışmaz. ama ben burada şöyle düzeltme yapmak istiyorum. gerçekçi davranıyorum.. ümitsiz değilim.. kandırmaca mı ki bu? bir edebiyatçının laf canbazlığı mı karşıma çıkan?
yazım olarak değilse bile, edebiyatçı yönümün geliştiğinin farkındayım son zamanlarda.. edebiyat okumak, irdelemek, yapanları ya da yaptığını sananları gözlemlemek beni epey geliştirmekte. yazdıklarıma tevazudan, gerçeklik payı olduğundan belki de, şiir asla demezdim. eklentim, karalamam vs diyerek tanımlardım. son zamanlarda, utanır oldum şiir tabirini ciddi anlamda kullanmaktan... akımlar evet şu anda onları derinlemesine incelemeyi planlıyorum. hangi akıma bağlıyım acaba? romantik gibi gözüküyor.. ama romantik değilim, aşk'ı yazmaya çalışmak romantiklikten ileri geliyor olamaz sadece.. olamaz olamaz..
öğreneceğiz bakalım.. belki bir gün makale yazmaya kalkışırım, belki bir gün edebi yazılar üzerine çalışmalar yaparım. dur bakalım...
küçümsemek... küçümsenmek... son 1 haftadır bu sorgulamalardayım. küçümsedim mi ki küçümsendim diye sorasım var. soru sormaktanda nefret eder oldum ya. hayırlısı...
Küçük İskender okuyorum dedim değil mi? yarım kaldı sanırım o kısım, tıp fakültesi 5.ci sınıftan terk.. dizelerde, aldığı eğitimi vurgularken, yaralı yüreklere, kızgın gönüllere ilaç olmayı hayal etmiş miydi acaba? yoksa sadece bencillik edip, kendisini mi dile getirmişti? böyle farklılığını konuşturan ve bana acaip keyif veren, anlam katan 2.ci edebiyatçı. Elif Şafak ile dururum ciddi anlamda.. ve Jane Austen ile.. Elif Şafak dokunuyor, ruhumda gezinmemi sağlıyor, en derin, en mahrem dünyama yolculuk yapmama sebep oluyor. zaten terazi burcuyum ve sorgulamayı, irdelemeyi seviyorum. onunla hepten aşıyorum kendimi.. şairle ise kızgınlıklarımı tanıyorum bu aralar...
gidiyorum evet.. gitmeleri seviyorum. kısa bir süre belki de... belki de uzun.. kısa ve uzun kavramları göreceli sanırım.. belki 1 hafta, belki 10 gün belki 1 ay. belki de seneye dönerim.. seneye esprisi 2012'nin kapımızı çalmasıyla alakalı... dönerim kardeşimin doğum gününe tek toparlanmak dileğim... toparlanır mıyım? illa ki!!!
ben hangi kuyulardan gün yüzünü görmedim ki!! ben kaç gecenin şafaklarını parçalamadım ki... kızıyorum en zayıf halime işte... kızgınlıklarımı dizginlemek için kabuğuma gömülüyorum... ruhumla hasbihallerimde, zararlı çıkmam umarım... hoşçakal blog....
9 Aralık 2011 Cuma
6 Aralık 2011 Salı
Hayat... eksik kalan yazım....
merhaba sevgili günlük...
ne kadar hoş bir hava var. o kadar ılık, o kadar mahsun... yüreğim gibi, ben gibi... yüreğim şu anda o kadar mahsun ve ılık ılık susuşlar besliyor..
bu aralar, herşeyi içime atıyorum. bu hayra alamet mi b ilmiyorum.. hani tepkisel çıkışlarım, ağlayışlarım, gülüşlerim vardır. şu aralar onlardan yoksunum. yoksunluk çektiğimde zaten bil ki, kırıklarım batıyordur canıma. öyle de olmakta aslında, tepkisiz kalmam son yaşadığım olaya, fazlasıyla bölünmüş olmam, fazlasıyla tükenmiş olmam.. küllerimden yeniden doğarım biliyorum.. inanıyorum. ama inanç şu anda kuru kuruya gitmiyor..
Muharrem ayındayız, mübarek, önemli, değerli bir ay.. ben ilk kez bu sene öğrendim bu derece önemli bir gün olduğunu. hani oruç tutulup, bereket artsın diye aşure yapıldığını biliyordum Kerbala ile ilgili olduğunu biliyordum. Ama Hz Adem ve Hz Havva'dan gelen, diğer peygamberlerle önemi daha da pekişen hatta ve hatta bir muharrem ayında 10.cu gününde kıyamet kopacak denilen bir önem arz ettiğini bu sene öğrendim. Allah affetsin çok boş bilgiye sahibim.. neyse 3 gündür oruçluyum ve gönül isterdi ki, dün aşure yapmış olayım bugüne nasip olacak kısmetse. bu arada kaç senedir aşure yapıyorum. düşünmem lazım. Ankara'da yaptım, Bolu'da yaptım, burada 2 sene yaptım. epeydir yapıyorum galiba.. ama ilk yaptığım günü asla unutmam. vesile olan dostuma, kardeşime şimdi bile dua ediyorum...
bir cumartesi günüydü, telefonuma mesaj geldi, ne olur gel diye. yollayan fen bilgisi öğretmenliğinde okuyan bir kız idi. aynı yaştaydık ama o okuyordu, bense okumuyordum. ben de alelacele gittim. hayırdır ne var, ne oldu? kızlar geldi, fakülteden kızlar, bir sürü kız, aşure yapmayı bilen yokmuş aramızda benim bildiğim sonucuna nasıl vardınız dedim? sen herşeyi bilirsin, çok zekisin ve evlisin dedi. hayır herşeyi bildiğim yaş ise o vakit 19 du. zeka ile tatlı yapıldığını ise hiç sanmıyorum. evlilikse, evlilik cüzdanını elinize verdiklerinde, aşçılık belgeside vermiyorlar . ama boş boş bakmak yerine, ıslamadan olmaz hemen yetişmesi imkansız dedimbiz herşeyi ısladık, haşladık dedi.o zaman sorun ne dedim. bilmiyoruz kıvamı, vs. ben de bilmiyorum demek yerine, ya Allah bismillah dedim. hani besmele her hayrın başıdır ya... baktım malzemelere, inanın hiçbir bilgim yoktu.. hem de hiç... önce buğdaya baktım tam pişmemiş geldi, onu haşlamaya koyuldum. diğerleri idare ederdi. şeker, çerezler, az tarçın ve vanilyada ekleyim dedim . ne alaka demeyin, şekerli severim belki de ondandır.. 1,5 saatte ortaya harika leziz mi leziz bir aşure çıktı hani ben yaptım diye değil ama, ortam dualı, ihlaslı güzel bir ortamdı. Allah'a çok şükür yüzümüzü kara çıkarmadı... ve ben sevgili el emeği göz nuru ki ilk göz ağrım olan aşuremden yemeden gittim. kal vs dediler ama, ben kalamam dedim. o günleri hatırladıkça tebesüm ederim. her biri birbirinden özel insanlardı. işte bugünkü halimin sebebidir bu insanlar gözlemlerken, dinlerken,meraklandırdıklarında bu ben biraz daha farklılaştı. hepsi de umarım iyidirler...
Bolu benim hayatımda bir dönüm noktasıdır.. kabuıl etmem gereken bir dönüm noktası.. ömrüm vefa ettikçe de dönüm noktası olmaya devam edecek biliyorum.. yolum hep düşecek, hep kesişecek hissediyorum...
ve az önce fark ettiğim birşey ise, yolumun bugün kadıköy'e düşeceği oldu... öğrenci kimliğimi almaya gideceğim kısmetse. ve yarın kadıköy tayfası ile maçımız var. bari formamı giyip gideyim .. böyle kuru kuruya sessizce gitmeleri sevmem.. yüreksiz insanlarıda sevmem.. yüreksizlerle hasbihal etmeyide.. ama saygısızlarıda sevmem.... oruçluyum, uykusuzum, sınavım var, işlerim var. ve kadıköy'e gitmek için yola çıkacağım. ve alışverişte yapmam lazım.. oyy oyy.. Allah'ım sana geliyorum : )
ne kadar hoş bir hava var. o kadar ılık, o kadar mahsun... yüreğim gibi, ben gibi... yüreğim şu anda o kadar mahsun ve ılık ılık susuşlar besliyor..
bu aralar, herşeyi içime atıyorum. bu hayra alamet mi b ilmiyorum.. hani tepkisel çıkışlarım, ağlayışlarım, gülüşlerim vardır. şu aralar onlardan yoksunum. yoksunluk çektiğimde zaten bil ki, kırıklarım batıyordur canıma. öyle de olmakta aslında, tepkisiz kalmam son yaşadığım olaya, fazlasıyla bölünmüş olmam, fazlasıyla tükenmiş olmam.. küllerimden yeniden doğarım biliyorum.. inanıyorum. ama inanç şu anda kuru kuruya gitmiyor..
Muharrem ayındayız, mübarek, önemli, değerli bir ay.. ben ilk kez bu sene öğrendim bu derece önemli bir gün olduğunu. hani oruç tutulup, bereket artsın diye aşure yapıldığını biliyordum Kerbala ile ilgili olduğunu biliyordum. Ama Hz Adem ve Hz Havva'dan gelen, diğer peygamberlerle önemi daha da pekişen hatta ve hatta bir muharrem ayında 10.cu gününde kıyamet kopacak denilen bir önem arz ettiğini bu sene öğrendim. Allah affetsin çok boş bilgiye sahibim.. neyse 3 gündür oruçluyum ve gönül isterdi ki, dün aşure yapmış olayım bugüne nasip olacak kısmetse. bu arada kaç senedir aşure yapıyorum. düşünmem lazım. Ankara'da yaptım, Bolu'da yaptım, burada 2 sene yaptım. epeydir yapıyorum galiba.. ama ilk yaptığım günü asla unutmam. vesile olan dostuma, kardeşime şimdi bile dua ediyorum...
bir cumartesi günüydü, telefonuma mesaj geldi, ne olur gel diye. yollayan fen bilgisi öğretmenliğinde okuyan bir kız idi. aynı yaştaydık ama o okuyordu, bense okumuyordum. ben de alelacele gittim. hayırdır ne var, ne oldu? kızlar geldi, fakülteden kızlar, bir sürü kız, aşure yapmayı bilen yokmuş aramızda benim bildiğim sonucuna nasıl vardınız dedim? sen herşeyi bilirsin, çok zekisin ve evlisin dedi. hayır herşeyi bildiğim yaş ise o vakit 19 du. zeka ile tatlı yapıldığını ise hiç sanmıyorum. evlilikse, evlilik cüzdanını elinize verdiklerinde, aşçılık belgeside vermiyorlar . ama boş boş bakmak yerine, ıslamadan olmaz hemen yetişmesi imkansız dedimbiz herşeyi ısladık, haşladık dedi.o zaman sorun ne dedim. bilmiyoruz kıvamı, vs. ben de bilmiyorum demek yerine, ya Allah bismillah dedim. hani besmele her hayrın başıdır ya... baktım malzemelere, inanın hiçbir bilgim yoktu.. hem de hiç... önce buğdaya baktım tam pişmemiş geldi, onu haşlamaya koyuldum. diğerleri idare ederdi. şeker, çerezler, az tarçın ve vanilyada ekleyim dedim . ne alaka demeyin, şekerli severim belki de ondandır.. 1,5 saatte ortaya harika leziz mi leziz bir aşure çıktı hani ben yaptım diye değil ama, ortam dualı, ihlaslı güzel bir ortamdı. Allah'a çok şükür yüzümüzü kara çıkarmadı... ve ben sevgili el emeği göz nuru ki ilk göz ağrım olan aşuremden yemeden gittim. kal vs dediler ama, ben kalamam dedim. o günleri hatırladıkça tebesüm ederim. her biri birbirinden özel insanlardı. işte bugünkü halimin sebebidir bu insanlar gözlemlerken, dinlerken,meraklandırdıklarında bu ben biraz daha farklılaştı. hepsi de umarım iyidirler...
Bolu benim hayatımda bir dönüm noktasıdır.. kabuıl etmem gereken bir dönüm noktası.. ömrüm vefa ettikçe de dönüm noktası olmaya devam edecek biliyorum.. yolum hep düşecek, hep kesişecek hissediyorum...
ve az önce fark ettiğim birşey ise, yolumun bugün kadıköy'e düşeceği oldu... öğrenci kimliğimi almaya gideceğim kısmetse. ve yarın kadıköy tayfası ile maçımız var. bari formamı giyip gideyim .. böyle kuru kuruya sessizce gitmeleri sevmem.. yüreksiz insanlarıda sevmem.. yüreksizlerle hasbihal etmeyide.. ama saygısızlarıda sevmem.... oruçluyum, uykusuzum, sınavım var, işlerim var. ve kadıköy'e gitmek için yola çıkacağım. ve alışverişte yapmam lazım.. oyy oyy.. Allah'ım sana geliyorum : )
30 Kasım 2011 Çarşamba
kararlarım, yaptıklarım... ben...
merhaba günlükcüğüm...
aslında az önce açtım az önce dediğimde 40 dakika oluyor sanırım. ama o esnada halamın kızı aradı, yani canım ablam aradı. uzun uzun sohbet ettik. uzun zamandır görüşmüyorduk. canım ablam Ankara'da yaşıyor. çocukken yanımızdaydı bir dönem, sonra biz Bursa'ye geçince ayrılık girdi araya... zaman girdi araya. ama ablamı sevmeme engel olamadı. uzun uzun konuştuk, kırılışlarından bahsetti. dayımıda böyle bilmezdim dedi. dayısı benim sevgili babam oluyor.. neyse.. ben bunlardan bahsetmek için gelmedim ki...
model pembe mezarlık dinliyorum...
ne hoş şarkı.. geçen gün demiştim, çok inanarak söylediğim bir cümledir hatta..
" kurduğum en gotik düşler pembeydi... "
bir daha sevmek, bir daha inanmak, bir daha güvenmek istemiyorum. bir daha diye bir cümle olsun istemiyorum. kalbimin kalbi yanımda olmasın isterse, hastayken bir selamını görmediğim insan, beni sevmiyordur diyerek, aşkımın cenazesine yas tutuyorum. iyiyim... çok şükür iyiyim. her zaman ki gibi, bir başımayım. her zaman ki gibi, tek başımayım. ama iyiyim.
bugün yine sevgili dostum Zeynep'i ziyaret ettim, el emeği kekler yaptım, pastaneden mi aldın diyor? bu onurlandırmanın başka bir yolu. Çok seviyorum onu. asla blogumu okumaz, okumayı sever ama kitap okur, yazı, şiir okumaz. herkesin ayrı dünyası. yanında bir çalışan arkadaşı var, ne vakit gitsem Çağlar ile de selamlaşırım. bir facebook sayfam yok benim dedi sohbet esnasında. aman iyiki de yok, biz senin yerinede işgal ediyoruz dedim. çok hoş bir çocuk, çocuk derken yaşça küçük diyerek bu tabiri kullandım. yoksa evli barklı adam gibi adam...
Zeynep'e giderken, üst geçitten geçmek gerekiyor her zaman, bir yaşlı teyze gördüm. el emeği patik, çorap, boncuk işleri vardı. Çok yaşlı idi, bir gün samanyolu televizyonu seyrediyordum, ki ben pek tv seyretmem, hele de Türk yapımı hiç seyretmem, hele de bu kadar duygusal yapımları hiç seyretmem. ama orada ki konu, yaşlı bir kadının el emeği ile hasta kızına, torunlarına, kömür alma çabası, kahvaltılık alma duası vardı. yerine koydum kendimi, olmaz mı? elbet olur. düşmez kalkmaz bir Allah... neye vermiyoruz ki boş yere paralar. teyzem en azından bir şey satmış olsun diyerek, söz gelince alacam dedim. şimdi arkadaşımı görmeye gidiyorum. tamam kızım dedi, 1 saat sonra, teyzem bak almaya geldim dedim. bir siyah beyaz patik çorap aldım. ne dualar etti. onu görüp geçen insanlara baktım. dilenciye sadaka vermeyi sevmem ben fazla. kapıma gelenide geri çebvirmem ama sevmem. ne olduğunu bilmem, ama yaşlı hali ile orada donuyordu ya, annem geldi aklıma. ne olur ne olmaz. zengin etmem ama bir lokma ekmek alabilir bu akşamına. Allah kimseyi merhametsizlikle imtihan etmesin... bunu övülmek için yazmadım, sizlerde geçerken, görün diyerek yazdım...
sonrasında, facebook durum iletime bir olay yazdım, olayın özetini... hadsiz insanlar var, erkekler çoğunlukta ve malesef kadınlarda aynı yolda ilerliyor terbiyesizlikte. herkes her zaman ki gibi fikir belirtti.. ama nedense fikir belirtirken şunu görmüyorlar, savunamayız hem cinsimizi yada karşı cinsi, herkeste var elbette kusur ama asla birisine, canım, gülüm, bitanem diyemez. geçmiş olsun, nasılsın, neler yapıyorsun denir, iyi, niyetli bile olsa kişiler bu asla ve asla tasvip edemez birilerinin hadsiz olmasını... ben bunu söyledim. sen suçlusun demiyorum ama iyi niyetlisin vs dedi sevgili arkadaşım Bilal..
sokak kadını diye, bir hayat kadını tecavüzü hak eder mi sorusu geldi aklıma sonra... savunma yada suçlama olamaz... yanlış yanlıştır... sebebi yoktur....
sonra hastaneye gittim, bana sıranın gelmesi mucize gibi duruyordu. birden anonslara kulak kesildim. çok acil ameliyatta olan bir hasta için 0 (+) pozitif kana ihtiyaç vardı. aslında kan hiç vermedim ama birden ayaklarım oraya sürükledi beni. hiç benim kan grubumdan kalmamış ve acilen lazımmış. formu doldurdum geçtim kan verdim. insana farklı bir huzur geliyor, kahraman falan hissediyorsunuz kendinizi.. ne hoş şeymiş. 3 ayda bir kan verebilirsiniz dedi hemşire. hemen kalkmayın fena olursunuz dedi, hiçbir şey olmadı acilen kalktım malesef. ama ciddi bir uyku hali nüksetti ben de. sıra beklerken, sekreter git hava al dedi. bu defada Kartal araştırmaya gidip tahlil sonucumu aldım. geldim biraz daha bekledim. doktor harika birisiydi. ama lütfen 1 yüz yıl daha doktor görmek istemiyorum. hatta doğum yapıp görmeyeceksem o doktoru hiç görmesemde olur ... yoruldum sanırım. döndüm eve geldim ve 2 saat uyudum. kendime gelemiyorum yorgunluk halinden dolayı. ama güzel bir şey kan vermek. bir daha gittiğimde hastaneye, organ bağışı içinde onay vereceğim. kararımı verdim. olur ya bir gün beyin ölümüm gerçekleşirse, olur ya birisi yanımda olurda, anneme, kızıma, dostuma, eşime kıyamam derse diye, bu ağır kararı ben vereceğim... ölürken 5 insana ve yakınlarına ışık olmaya vesile olmak isterim... hayırlısı olsun herşeyden önce...
bugün böyle geçti. ve bu sabah olan bir olayı teğet geçemem.. çok mutlu oldum. hiç ummadığım anda telefonum çaldı. ki benim telefonum hiç çalmaz gibi bir şey... hele de sabah o saatte.. Asuman aradı, ablam nasılsın demek için.. Ablasının gülü iyiyim dedim. uykuluydum, sonra bir açıldım, bırbır konuştuk... çok mutlu oldum. bir kardeşim beni aramış diye... Allah razı olsun. Rabbim o güzel yüreğini üzmelerine asla izin vermesin...
bugün memurluk başvuruları için son gündü. hiç ümit yok benim adıma, o düşük puanla.ama yine de başvurdum. dilerim olur. dilerim adım atmam için sebep olur. senden başkasına sığınmıyorum Rabbim.. ama kendi hayatımı kurmamda bana yardımcı ol. Artık kimseyi istemiyorum o hayatta... kırılmasın kimse bana, kızlarım ve kardeşlerim, dostlarım olsun. Ama bir yaren artık istemem. genç olmak, yaşlanınca yalnız olmak fikri ile yaklaşmayın bana... bana yaklaşmayın. seversem de yürekte sevmek yazılıdır belki kaderimde... bir Ali'şim olsun isterdim.. ama olmayacaksa da damatlarımı oğlum der severim... ben de bitti... bu kararı almak için bir ömür beklemişim gibi geliyor... değer mi ? değer... kırılmak, kırmak istemiyorum...
seni sevseydi, değer verseydi, gelirdi seni görmeye aşk... sorardı, arardı.. ama aşk uzak duruyor... biz de uzak dururuz... hoşçakal aşk...
merhaba hayat....
aslında az önce açtım az önce dediğimde 40 dakika oluyor sanırım. ama o esnada halamın kızı aradı, yani canım ablam aradı. uzun uzun sohbet ettik. uzun zamandır görüşmüyorduk. canım ablam Ankara'da yaşıyor. çocukken yanımızdaydı bir dönem, sonra biz Bursa'ye geçince ayrılık girdi araya... zaman girdi araya. ama ablamı sevmeme engel olamadı. uzun uzun konuştuk, kırılışlarından bahsetti. dayımıda böyle bilmezdim dedi. dayısı benim sevgili babam oluyor.. neyse.. ben bunlardan bahsetmek için gelmedim ki...
model pembe mezarlık dinliyorum...
ne hoş şarkı.. geçen gün demiştim, çok inanarak söylediğim bir cümledir hatta..
" kurduğum en gotik düşler pembeydi... "
bir daha sevmek, bir daha inanmak, bir daha güvenmek istemiyorum. bir daha diye bir cümle olsun istemiyorum. kalbimin kalbi yanımda olmasın isterse, hastayken bir selamını görmediğim insan, beni sevmiyordur diyerek, aşkımın cenazesine yas tutuyorum. iyiyim... çok şükür iyiyim. her zaman ki gibi, bir başımayım. her zaman ki gibi, tek başımayım. ama iyiyim.
bugün yine sevgili dostum Zeynep'i ziyaret ettim, el emeği kekler yaptım, pastaneden mi aldın diyor? bu onurlandırmanın başka bir yolu. Çok seviyorum onu. asla blogumu okumaz, okumayı sever ama kitap okur, yazı, şiir okumaz. herkesin ayrı dünyası. yanında bir çalışan arkadaşı var, ne vakit gitsem Çağlar ile de selamlaşırım. bir facebook sayfam yok benim dedi sohbet esnasında. aman iyiki de yok, biz senin yerinede işgal ediyoruz dedim. çok hoş bir çocuk, çocuk derken yaşça küçük diyerek bu tabiri kullandım. yoksa evli barklı adam gibi adam...
Zeynep'e giderken, üst geçitten geçmek gerekiyor her zaman, bir yaşlı teyze gördüm. el emeği patik, çorap, boncuk işleri vardı. Çok yaşlı idi, bir gün samanyolu televizyonu seyrediyordum, ki ben pek tv seyretmem, hele de Türk yapımı hiç seyretmem, hele de bu kadar duygusal yapımları hiç seyretmem. ama orada ki konu, yaşlı bir kadının el emeği ile hasta kızına, torunlarına, kömür alma çabası, kahvaltılık alma duası vardı. yerine koydum kendimi, olmaz mı? elbet olur. düşmez kalkmaz bir Allah... neye vermiyoruz ki boş yere paralar. teyzem en azından bir şey satmış olsun diyerek, söz gelince alacam dedim. şimdi arkadaşımı görmeye gidiyorum. tamam kızım dedi, 1 saat sonra, teyzem bak almaya geldim dedim. bir siyah beyaz patik çorap aldım. ne dualar etti. onu görüp geçen insanlara baktım. dilenciye sadaka vermeyi sevmem ben fazla. kapıma gelenide geri çebvirmem ama sevmem. ne olduğunu bilmem, ama yaşlı hali ile orada donuyordu ya, annem geldi aklıma. ne olur ne olmaz. zengin etmem ama bir lokma ekmek alabilir bu akşamına. Allah kimseyi merhametsizlikle imtihan etmesin... bunu övülmek için yazmadım, sizlerde geçerken, görün diyerek yazdım...
sonrasında, facebook durum iletime bir olay yazdım, olayın özetini... hadsiz insanlar var, erkekler çoğunlukta ve malesef kadınlarda aynı yolda ilerliyor terbiyesizlikte. herkes her zaman ki gibi fikir belirtti.. ama nedense fikir belirtirken şunu görmüyorlar, savunamayız hem cinsimizi yada karşı cinsi, herkeste var elbette kusur ama asla birisine, canım, gülüm, bitanem diyemez. geçmiş olsun, nasılsın, neler yapıyorsun denir, iyi, niyetli bile olsa kişiler bu asla ve asla tasvip edemez birilerinin hadsiz olmasını... ben bunu söyledim. sen suçlusun demiyorum ama iyi niyetlisin vs dedi sevgili arkadaşım Bilal..
sokak kadını diye, bir hayat kadını tecavüzü hak eder mi sorusu geldi aklıma sonra... savunma yada suçlama olamaz... yanlış yanlıştır... sebebi yoktur....
sonra hastaneye gittim, bana sıranın gelmesi mucize gibi duruyordu. birden anonslara kulak kesildim. çok acil ameliyatta olan bir hasta için 0 (+) pozitif kana ihtiyaç vardı. aslında kan hiç vermedim ama birden ayaklarım oraya sürükledi beni. hiç benim kan grubumdan kalmamış ve acilen lazımmış. formu doldurdum geçtim kan verdim. insana farklı bir huzur geliyor, kahraman falan hissediyorsunuz kendinizi.. ne hoş şeymiş. 3 ayda bir kan verebilirsiniz dedi hemşire. hemen kalkmayın fena olursunuz dedi, hiçbir şey olmadı acilen kalktım malesef. ama ciddi bir uyku hali nüksetti ben de. sıra beklerken, sekreter git hava al dedi. bu defada Kartal araştırmaya gidip tahlil sonucumu aldım. geldim biraz daha bekledim. doktor harika birisiydi. ama lütfen 1 yüz yıl daha doktor görmek istemiyorum. hatta doğum yapıp görmeyeceksem o doktoru hiç görmesemde olur ... yoruldum sanırım. döndüm eve geldim ve 2 saat uyudum. kendime gelemiyorum yorgunluk halinden dolayı. ama güzel bir şey kan vermek. bir daha gittiğimde hastaneye, organ bağışı içinde onay vereceğim. kararımı verdim. olur ya bir gün beyin ölümüm gerçekleşirse, olur ya birisi yanımda olurda, anneme, kızıma, dostuma, eşime kıyamam derse diye, bu ağır kararı ben vereceğim... ölürken 5 insana ve yakınlarına ışık olmaya vesile olmak isterim... hayırlısı olsun herşeyden önce...
bugün böyle geçti. ve bu sabah olan bir olayı teğet geçemem.. çok mutlu oldum. hiç ummadığım anda telefonum çaldı. ki benim telefonum hiç çalmaz gibi bir şey... hele de sabah o saatte.. Asuman aradı, ablam nasılsın demek için.. Ablasının gülü iyiyim dedim. uykuluydum, sonra bir açıldım, bırbır konuştuk... çok mutlu oldum. bir kardeşim beni aramış diye... Allah razı olsun. Rabbim o güzel yüreğini üzmelerine asla izin vermesin...
bugün memurluk başvuruları için son gündü. hiç ümit yok benim adıma, o düşük puanla.ama yine de başvurdum. dilerim olur. dilerim adım atmam için sebep olur. senden başkasına sığınmıyorum Rabbim.. ama kendi hayatımı kurmamda bana yardımcı ol. Artık kimseyi istemiyorum o hayatta... kırılmasın kimse bana, kızlarım ve kardeşlerim, dostlarım olsun. Ama bir yaren artık istemem. genç olmak, yaşlanınca yalnız olmak fikri ile yaklaşmayın bana... bana yaklaşmayın. seversem de yürekte sevmek yazılıdır belki kaderimde... bir Ali'şim olsun isterdim.. ama olmayacaksa da damatlarımı oğlum der severim... ben de bitti... bu kararı almak için bir ömür beklemişim gibi geliyor... değer mi ? değer... kırılmak, kırmak istemiyorum...
seni sevseydi, değer verseydi, gelirdi seni görmeye aşk... sorardı, arardı.. ama aşk uzak duruyor... biz de uzak dururuz... hoşçakal aşk...
merhaba hayat....
26 Kasım 2011 Cumartesi
öylesine, gelmişten, geçmişten. bugünden....
sabah sabah yazasım geldi, dolu epey içim. dolu hem de taşmak üzere, boğmak üzere beni. hem çok mutlu, neşeli, hem çok mutsuz, bitkin olabilir mi insan? bu kadar uçlarda gezebilir mi? aynı ruhta 2 ayrı ruh halini yaşayabilir mi?
BEN YAŞIYORUM!!!!
işin ilginç tarafı, ben bu kadar maharetli olamam ya.. aynı şarkıyı defalarca dinlediğime göre, epey kızgınım, üzgünüm birisine karşı. Özgür Akkuş ve Gökhan Türköen yorumunu dinliyorum. Kayıp Şehir... sana gelsin desem... sana dediğimde sen bana mı demesen? sen kendini bilsen..
dün bir arkadaşım kalktı sordu, bu kadar seni üzen kimdir diye? kem küm ederken söz bulamadım. gidip ben diyeyim diyor, her yazdığıma bakmayın diyeceğim, her yazdığımda bir ruh yangını alev alırken, büyük bir yalan söylemiş olavcağım. gidip o ne diyecek, o gibi kaç kişi var? benim yürek çağrımı duymayan, sizin sesinizi duyar mı?
bu şarkıyı yazarken ne düşündü acaba yazan kişi?
sev sevme seni seviyorum...
neyse, iyi şeeylerden bahsedeyim mi? 2003 te tanıdığım, çok eski bir dostumun öğrencisi geliyor bugün bana inşallah. 2003 öncesinde Bolu'ya ilk yerleştiğimde tanışmıştım Ayten ile.. Ayten benim 1998 eylülün de tanıştığım bir öğretmen arkadaştı. çok saf, iyi niyetli, değerli birisiydi. ve deprem sonrası Bolu'dan gitmişti.. belli aralıklarla görüşüyor olsakta araya mesafe ve zaman girmişti elbette. bir gün evden çıktığımda, onu ve yanında bir kaç genç kız görmüştüm. Burayı kazandılar yardımcı olmaya geldim diyordu. kızları göz ucuyla bakıp geçmiştim. İçlerinde birisi vardı ki, benim hayatımın 4 senesine ve her derdine, kederine ortak olacakmış, nerden bilebilirdim. hayırlı olsun diyerek, yanlarından ayrıldım. kader bizi orada kesiştirip ayırmamıştı Burcu'mla..
bir kaç ay sonra bir arkadaşım, bak seni kızlarla tanıştıracağım demişti, her zaman ki tanışma selamlaşma faslı ve sonra isimler unutulur diyerek baktım galiba olaya. kızların hepsi birbirinden güzel ve harikaydı. yarısı Türkçe öğretmenliği öğrencisiydi. abla sen ne zekisin neden okumadın soruları beni boğuyordu. her tanıştığım insanın bana bunu demesinden bıkmış usanmıştım. öncelikle babam sormadan evlendirdi demek ağrıma gidiyordu. sonrasında işin aslı, şimdi adını bildiğim ama o vakitler bilmediğim bir isim vardı. Çetin Doğan... 28 şubat post modern darbeyi yaparak, İmam hatip'lilerin önünü kapatmış ve bunun yanında tüm meslek liselilerin hakkını gasp etmişti. Okuma şansım yoktu açıkçası, yoksa okusam karışmayacak birisi ile evliydim. olmadı her soru ise içimde ukte kalan bir hayali yaralardı... neyse.... neyse neyse....
onları çok sevmiş, çok sık gelip gitmeye başlamıştım. sohbetleri, neşeleri, içtenlikleri beni mest ederdi. Fatma vardı birde, soğuk gibi durur, çekingen davranırdı. Bir gün evlerine gittiğimde elimde poşetlerle, o vardı evde. Yemek yapıyordu. İşte Fatma'mı da o vakit tanıdım... o kadar soğuk olmadığını, aksine epsrili, zeki olduğunu, sadece gözlemlediğini fark ettim. böyle başladı benim 2003 ten 2007 ye dek kardeşlerimle tanışmam. ikiside Türkçe öğretmenliğinde okuyorlardı. ve sayelerinde bir de Kadir Ali ile tanıştım. Kekeç oğlan dünya harikası idi. Ali bir gün bizi yemeğe davet etmiş ve kızım halısına kusmuştu. neler geldi sabah sabah aklıma, abla bırak temizlerim diyor ama, hepsi hiç kusmuş bir çocuğun eseri ile bir arada kalmamış gibiydiler ... şimdi 2 çocuk babası Ali kardeşim. Allah bağışlasın. sıra kız kaardeşlerimde inşallah diye dua ediyorum. Fatma Siirt'te öğretmen ve evli. evlendiği insanı internette tan ımış olması ise çok ilginç... çokta mutlu elhamdülillah. Mardin'den yeni atandı Burcu İstanbul'a.. gitmek istediğim halde, her hafta ya bir şey çıktı, ya hasta idim. ama o dün akşam arayıp, abla geliyorum evdeyse sabaha dedi. Eşi ALES sınavına girecekmiş. geceden börek yaptım, yaparkende facebook dostlarımı kattım .. seviyorum sizleri. ve gece gece Nazlı Nur Yılmaz isimli, şair, ressam dostum, kardeşim İstanbul'dayım dedi, geçen defalarda görme şansım yoktu. Hemen görüşüyoruz diye ısrar ettim. diledim ki Avrupa yakasında olmasın güzel dostum. tam da Kartal'dayım demez mi ? elhamdülillah dedim. çok özlemişim mesajlaşmayı. hani yani yazılarını takip ediyor beğeniyorum ama mesajlaşmıyorduk. yeni hattımı kimseye vermiyordum ama Nazlı'ya güvensizlikten değil, unutmuşluk vermeye vermeye numaramı.. onun resimlerine hayranım mesela... resim yapamam asla, kabiliyet meselesi.. ama şair olmasamda yazarım.. içimden geleni yazmazsam, çatlarım biliyorum...
Burcu'm gelecek velhasıl kelam... inşallah inşallah. hava kapalı bugün. ve ben mutluyum... geçtiğimiz hafta b ol bol Zeynep bacımı gördüm. Hastaneye gidişimde her defa uğradım. bu haftada hastaneye gideceğim, 2 defa hem de, ekstradan çıkan bir sıkıntı olursa bilmem tabi. kalbimde bir sorun varmış, ne tür bir sorun bilmiyorum. EKG de sorunlart vardı. ve devamlı bir kalp ağrısı var.. romatoloji sonuçlarımıda alıp, o uyuzluk emareleri gösteren doktora gitmemde bu hafta içinde olacak büyük ihtimalle. ne sevgi dolu bir adamdı ki, gördüğümle onu ağrılarım kesildi. ne adammış ya : ) hala gülüyorum o uyuzu düşündükçe, dokundukça bana ağrıyor mu diyor, hayır diyorum. be adam 24 saat ağrımasa ne olacak ki, ağrım var işte. ağrım olmasa gelir miyim senin yanına ? kendinden geçmiş vaziyetteydi. yan alan yapıyormuş akıl küpü. neyse dur bakalım içimden bir ses kötü bir şey çıkmayacak diyor. en fazla iltihaplı eklem romatizması çıkar en fazla yani. bir de en fazla kalp kapakçıklarım eriyor ve kan kaçırıyor olabilir ki bunu sanmıyorum. belki kapakçıklarda minimal bir daralma ya da kalınlaşma olabilir. belkide sinirseldir. umutluyum bak.
UMUT kelimesini sevmesemde.. uyuyorum işte çağrılara. öyle işte, ben iyiyim diyecekmişim, iyi olacakmışım. pozitif düşün, iyi bulutlar gelsin üstüne, negatif düşün, fırtına kopsun tepende.. nevi şahsıma münhasır söz olsun bu da ...
desr çalışmaya çalışıyorum, bazen müthiş anlayıp, iyi gidiyorum. bazen çalışmaya çalışmayı beceremiyorum. nazar etme diyordu geçen gece birisi... sen de oku üfle o zaman demiştim. okuyup üflememiş demek ki.. yada yokluğuna vurmuşum baltayı... hayırlısı olsun bakalım. haftaya Bursa'ya gitmek istiyorum ama daha uzun süreli gitmek istersem şubat tatilini beklemem lazım. haftaya gidersem şubat ayında gidemem. kararsız kaldım. hem de çok kararsız kaldım.. hayırlısı olsun bakalım...
bugün Nazlı ile buluşacağım inşallah. evladı ameliyat olmuş, çok üzüldüm. şimdi elhamdülillah daha iyiymiş.
bu arada hafta içi atamalar için başvurdum. 15 tercih hakkımın 4 tanesini Hakkari'ye yazdım. orayı çok merak ettiğimden olsa gerek .. aslında görmek istediğim bir yer. şaka bir tarafa, en milliyetçi Kürt'lerin yaşadığı yer orası. nymiş dertleri merak ediyorum. kızımsa, anne ne kadar terörist varsa, orayı yazmışsın dedi ağladı. ya ölürsen.. ölürsem kısmına bakma dedim, ölüm yazıysa mekan ve yer değişse bile ölürüm. nasiptir o, takdir-i ilahi... ve nerdeyse yazdığım her yerde tanıdıklarım var. Denizli'de dostum, Samsun'da kardeşlerim, Bayburt'ta kardeşlerim, Tokat'ta öğretmenim, Diyarbakır'da dostum, Siirt'te Fatmam, Batman'da yok ama orayada Midyat yakın... ıykkkk .... Şırnak'ta bir dostum var. atanan arkadaşlarım çoğu. Adıyaman da kuzenim var. Trabzon da aile dostum var. bir tek Çanakkale de yok. Bartın'da eski komşum var. Çıkması zor ama ben denedim. bu arada, şu sevgili romanımı yazmaya devam etme kararı aldım. olmuyor böyle, kaç kitap sahibi, bana güvenip, kitabımı oku, eleştir, fikir ver sonraki basımlar için fikir ver yorumu yapıyor. ve kaç şiir yazan dost, yorumlarım, eleştirilerim için teşekkür edip, rica ediyor. ne kadar hoş bir duygu. ben öğretmen olamam yok. ben editör olmak istiyorum bu bölümü bitirince ya. hayırlısı tabi ki herşeyden önce. bugün çok mu uzun yazdım? bitirip fırına gideceğim zaten... arada Nazlı'yı aramam lazım.
Hilal olmasa bu aralar bu kadar gülemezdim. varlığı huzur veriyor, dinginlik veriyor. her daim dilimde duasın canım... iyi ki varsın... ve Sinem bana olan sevgisini öyle yoğun hissediyorum ki, o böyle sevdikçe beni, sevmek, sevilmek güzel diyorum. Asuman'ım, Behiye'm, Kübra'm var böyle can-ı gönülden seven.. Tülay'ımı unutmadım iyi ki var canım..
Zeynebimi ve Hatice'mi saymıyorum zaten. Uğur'um Tosun'um, güzel kardeşim var ayrıca, dün bana fotosentez ve organik maddeleri soruyordu. hayatta bilmem, formülleri bulup yollar mısın ablam diyordu. iyi oldu fen ile yıllar sonra karşılaştık... ve Murat'ım, canımın canı, bitanecik kardeşim, bu aralar sıkıntılı. hepsi geçecek inşallah. en sıkıntılı sabahların aydınlığı parlak olurmuş. derdin derdimdir gülüm ablam ve gece 2 de mesaj atan Reyhan'ı boğmak istiyorum. o saatte kötüyüm diye bana mesaj atılır mı? aklım çıkardı yerimden ya, ulaşamasaydım herhalde kalp krizi geçirirdim. deli kızzzzz. izahatta yok sadece kuru bir mesaj. seni çok seviyorum bitanemmmmmmmmmmmmm........
ve sen sen var ya sen.... iyisin değil mi? iyi olmalısın.. ben bunun için dua ediyorum hep....
BEN YAŞIYORUM!!!!
işin ilginç tarafı, ben bu kadar maharetli olamam ya.. aynı şarkıyı defalarca dinlediğime göre, epey kızgınım, üzgünüm birisine karşı. Özgür Akkuş ve Gökhan Türköen yorumunu dinliyorum. Kayıp Şehir... sana gelsin desem... sana dediğimde sen bana mı demesen? sen kendini bilsen..
dün bir arkadaşım kalktı sordu, bu kadar seni üzen kimdir diye? kem küm ederken söz bulamadım. gidip ben diyeyim diyor, her yazdığıma bakmayın diyeceğim, her yazdığımda bir ruh yangını alev alırken, büyük bir yalan söylemiş olavcağım. gidip o ne diyecek, o gibi kaç kişi var? benim yürek çağrımı duymayan, sizin sesinizi duyar mı?
bu şarkıyı yazarken ne düşündü acaba yazan kişi?
sev sevme seni seviyorum...
neyse, iyi şeeylerden bahsedeyim mi? 2003 te tanıdığım, çok eski bir dostumun öğrencisi geliyor bugün bana inşallah. 2003 öncesinde Bolu'ya ilk yerleştiğimde tanışmıştım Ayten ile.. Ayten benim 1998 eylülün de tanıştığım bir öğretmen arkadaştı. çok saf, iyi niyetli, değerli birisiydi. ve deprem sonrası Bolu'dan gitmişti.. belli aralıklarla görüşüyor olsakta araya mesafe ve zaman girmişti elbette. bir gün evden çıktığımda, onu ve yanında bir kaç genç kız görmüştüm. Burayı kazandılar yardımcı olmaya geldim diyordu. kızları göz ucuyla bakıp geçmiştim. İçlerinde birisi vardı ki, benim hayatımın 4 senesine ve her derdine, kederine ortak olacakmış, nerden bilebilirdim. hayırlı olsun diyerek, yanlarından ayrıldım. kader bizi orada kesiştirip ayırmamıştı Burcu'mla..
bir kaç ay sonra bir arkadaşım, bak seni kızlarla tanıştıracağım demişti, her zaman ki tanışma selamlaşma faslı ve sonra isimler unutulur diyerek baktım galiba olaya. kızların hepsi birbirinden güzel ve harikaydı. yarısı Türkçe öğretmenliği öğrencisiydi. abla sen ne zekisin neden okumadın soruları beni boğuyordu. her tanıştığım insanın bana bunu demesinden bıkmış usanmıştım. öncelikle babam sormadan evlendirdi demek ağrıma gidiyordu. sonrasında işin aslı, şimdi adını bildiğim ama o vakitler bilmediğim bir isim vardı. Çetin Doğan... 28 şubat post modern darbeyi yaparak, İmam hatip'lilerin önünü kapatmış ve bunun yanında tüm meslek liselilerin hakkını gasp etmişti. Okuma şansım yoktu açıkçası, yoksa okusam karışmayacak birisi ile evliydim. olmadı her soru ise içimde ukte kalan bir hayali yaralardı... neyse.... neyse neyse....
onları çok sevmiş, çok sık gelip gitmeye başlamıştım. sohbetleri, neşeleri, içtenlikleri beni mest ederdi. Fatma vardı birde, soğuk gibi durur, çekingen davranırdı. Bir gün evlerine gittiğimde elimde poşetlerle, o vardı evde. Yemek yapıyordu. İşte Fatma'mı da o vakit tanıdım... o kadar soğuk olmadığını, aksine epsrili, zeki olduğunu, sadece gözlemlediğini fark ettim. böyle başladı benim 2003 ten 2007 ye dek kardeşlerimle tanışmam. ikiside Türkçe öğretmenliğinde okuyorlardı. ve sayelerinde bir de Kadir Ali ile tanıştım. Kekeç oğlan dünya harikası idi. Ali bir gün bizi yemeğe davet etmiş ve kızım halısına kusmuştu. neler geldi sabah sabah aklıma, abla bırak temizlerim diyor ama, hepsi hiç kusmuş bir çocuğun eseri ile bir arada kalmamış gibiydiler ... şimdi 2 çocuk babası Ali kardeşim. Allah bağışlasın. sıra kız kaardeşlerimde inşallah diye dua ediyorum. Fatma Siirt'te öğretmen ve evli. evlendiği insanı internette tan ımış olması ise çok ilginç... çokta mutlu elhamdülillah. Mardin'den yeni atandı Burcu İstanbul'a.. gitmek istediğim halde, her hafta ya bir şey çıktı, ya hasta idim. ama o dün akşam arayıp, abla geliyorum evdeyse sabaha dedi. Eşi ALES sınavına girecekmiş. geceden börek yaptım, yaparkende facebook dostlarımı kattım .. seviyorum sizleri. ve gece gece Nazlı Nur Yılmaz isimli, şair, ressam dostum, kardeşim İstanbul'dayım dedi, geçen defalarda görme şansım yoktu. Hemen görüşüyoruz diye ısrar ettim. diledim ki Avrupa yakasında olmasın güzel dostum. tam da Kartal'dayım demez mi ? elhamdülillah dedim. çok özlemişim mesajlaşmayı. hani yani yazılarını takip ediyor beğeniyorum ama mesajlaşmıyorduk. yeni hattımı kimseye vermiyordum ama Nazlı'ya güvensizlikten değil, unutmuşluk vermeye vermeye numaramı.. onun resimlerine hayranım mesela... resim yapamam asla, kabiliyet meselesi.. ama şair olmasamda yazarım.. içimden geleni yazmazsam, çatlarım biliyorum...
Burcu'm gelecek velhasıl kelam... inşallah inşallah. hava kapalı bugün. ve ben mutluyum... geçtiğimiz hafta b ol bol Zeynep bacımı gördüm. Hastaneye gidişimde her defa uğradım. bu haftada hastaneye gideceğim, 2 defa hem de, ekstradan çıkan bir sıkıntı olursa bilmem tabi. kalbimde bir sorun varmış, ne tür bir sorun bilmiyorum. EKG de sorunlart vardı. ve devamlı bir kalp ağrısı var.. romatoloji sonuçlarımıda alıp, o uyuzluk emareleri gösteren doktora gitmemde bu hafta içinde olacak büyük ihtimalle. ne sevgi dolu bir adamdı ki, gördüğümle onu ağrılarım kesildi. ne adammış ya : ) hala gülüyorum o uyuzu düşündükçe, dokundukça bana ağrıyor mu diyor, hayır diyorum. be adam 24 saat ağrımasa ne olacak ki, ağrım var işte. ağrım olmasa gelir miyim senin yanına ? kendinden geçmiş vaziyetteydi. yan alan yapıyormuş akıl küpü. neyse dur bakalım içimden bir ses kötü bir şey çıkmayacak diyor. en fazla iltihaplı eklem romatizması çıkar en fazla yani. bir de en fazla kalp kapakçıklarım eriyor ve kan kaçırıyor olabilir ki bunu sanmıyorum. belki kapakçıklarda minimal bir daralma ya da kalınlaşma olabilir. belkide sinirseldir. umutluyum bak.
UMUT kelimesini sevmesemde.. uyuyorum işte çağrılara. öyle işte, ben iyiyim diyecekmişim, iyi olacakmışım. pozitif düşün, iyi bulutlar gelsin üstüne, negatif düşün, fırtına kopsun tepende.. nevi şahsıma münhasır söz olsun bu da ...
desr çalışmaya çalışıyorum, bazen müthiş anlayıp, iyi gidiyorum. bazen çalışmaya çalışmayı beceremiyorum. nazar etme diyordu geçen gece birisi... sen de oku üfle o zaman demiştim. okuyup üflememiş demek ki.. yada yokluğuna vurmuşum baltayı... hayırlısı olsun bakalım. haftaya Bursa'ya gitmek istiyorum ama daha uzun süreli gitmek istersem şubat tatilini beklemem lazım. haftaya gidersem şubat ayında gidemem. kararsız kaldım. hem de çok kararsız kaldım.. hayırlısı olsun bakalım...
bugün Nazlı ile buluşacağım inşallah. evladı ameliyat olmuş, çok üzüldüm. şimdi elhamdülillah daha iyiymiş.
bu arada hafta içi atamalar için başvurdum. 15 tercih hakkımın 4 tanesini Hakkari'ye yazdım. orayı çok merak ettiğimden olsa gerek .. aslında görmek istediğim bir yer. şaka bir tarafa, en milliyetçi Kürt'lerin yaşadığı yer orası. nymiş dertleri merak ediyorum. kızımsa, anne ne kadar terörist varsa, orayı yazmışsın dedi ağladı. ya ölürsen.. ölürsem kısmına bakma dedim, ölüm yazıysa mekan ve yer değişse bile ölürüm. nasiptir o, takdir-i ilahi... ve nerdeyse yazdığım her yerde tanıdıklarım var. Denizli'de dostum, Samsun'da kardeşlerim, Bayburt'ta kardeşlerim, Tokat'ta öğretmenim, Diyarbakır'da dostum, Siirt'te Fatmam, Batman'da yok ama orayada Midyat yakın... ıykkkk .... Şırnak'ta bir dostum var. atanan arkadaşlarım çoğu. Adıyaman da kuzenim var. Trabzon da aile dostum var. bir tek Çanakkale de yok. Bartın'da eski komşum var. Çıkması zor ama ben denedim. bu arada, şu sevgili romanımı yazmaya devam etme kararı aldım. olmuyor böyle, kaç kitap sahibi, bana güvenip, kitabımı oku, eleştir, fikir ver sonraki basımlar için fikir ver yorumu yapıyor. ve kaç şiir yazan dost, yorumlarım, eleştirilerim için teşekkür edip, rica ediyor. ne kadar hoş bir duygu. ben öğretmen olamam yok. ben editör olmak istiyorum bu bölümü bitirince ya. hayırlısı tabi ki herşeyden önce. bugün çok mu uzun yazdım? bitirip fırına gideceğim zaten... arada Nazlı'yı aramam lazım.
Hilal olmasa bu aralar bu kadar gülemezdim. varlığı huzur veriyor, dinginlik veriyor. her daim dilimde duasın canım... iyi ki varsın... ve Sinem bana olan sevgisini öyle yoğun hissediyorum ki, o böyle sevdikçe beni, sevmek, sevilmek güzel diyorum. Asuman'ım, Behiye'm, Kübra'm var böyle can-ı gönülden seven.. Tülay'ımı unutmadım iyi ki var canım..
Zeynebimi ve Hatice'mi saymıyorum zaten. Uğur'um Tosun'um, güzel kardeşim var ayrıca, dün bana fotosentez ve organik maddeleri soruyordu. hayatta bilmem, formülleri bulup yollar mısın ablam diyordu. iyi oldu fen ile yıllar sonra karşılaştık... ve Murat'ım, canımın canı, bitanecik kardeşim, bu aralar sıkıntılı. hepsi geçecek inşallah. en sıkıntılı sabahların aydınlığı parlak olurmuş. derdin derdimdir gülüm ablam ve gece 2 de mesaj atan Reyhan'ı boğmak istiyorum. o saatte kötüyüm diye bana mesaj atılır mı? aklım çıkardı yerimden ya, ulaşamasaydım herhalde kalp krizi geçirirdim. deli kızzzzz. izahatta yok sadece kuru bir mesaj. seni çok seviyorum bitanemmmmmmmmmmmmm........
ve sen sen var ya sen.... iyisin değil mi? iyi olmalısın.. ben bunun için dua ediyorum hep....
22 Kasım 2011 Salı
Karma karışık bir yazı....
merhaba blogcuğum, yazasım geldi bugün. içim biraz yorgun.. yoğunumda işin tuhafı. olmadığım kadar yoğun. ama arada kalbimin klbini deli etmeyi başarabiliyorum sanırım. dün yine hastanedeydim, bugün şükür hastane olayım yok. olmamasına sevindim ama haftaya bugün bu saatte kalp için ultrasona gireceğim. ekg sonucumda sorun varmış. ultraqson dedi, zaten bir sorun vardı 1 aydır ama nasıl bir sorun ,du bilmiyordum. kalp kapakçık erimesi ile başım dertte olabilir. başkada bir sorun olmaz sanırım ( kiiiii bu zaten başlı başına bir dert oluyor sanırım ) bilmiyorum, ne yapacağımı, düşünmemeye çalışıyorum. ama dün kızım sayesinde kalbim uyuyana dek ağrıdı. beni epey üzdü sevgili kızım. daha akıllıca davranması gerekirken bu konu hakkında konuşmuşken 2 gün evvelinden onun kalkıp aynı hatayı daha kötü şekilde tekrarlaması korkur,ttu beni kızdırmaktan ziyade. ne yapacağımı bilmiyorum. bir başıma kararlar vermek ne denli zor.. sorsamda babasına, desem de, sağolsun her zaman yaptığını yapıp, topu bana attı.. yoruyor gitgide beni hayat...
başka neler yapıyorum, dün yine bacımla buluştum. Zeynep iyiki varsın canım ya.. bir gün sevdiği adamın karşısına çıkıp, Zeynep seni seviyor demek vardı ama... başkasının hayatına karışma durumundan haz etmem.. ve edilecek bir durumda yok.. ben kendi hayatımda çok şeyi düzelttim de, onun hayatına karışmam kaldı.
bugün, fındıklı tarçınlı kek, peynirli börek, garnitürlü makarna salatası ve kakaolu pasta yaptım. cumartesi günü Alacakaranlık filmine birlikte gittiğim arkadaşlarımı çaya davet ettim. Yarın öbür gün daha hasta olursam davet edemem diye düşündüm birazda. ki onları çok sevdim, kızlar gecesi gibi bir geceydi,. alışveriş yaptık birşeyler yedik içtik ve sinemada harika bir film seyrettik. son anda karar vermiştik. 1 gün öncesinden sinemada yer ayırtmış, babalarına kızları bırakamayınca, rezervasyonumu iptal için aramıştım ve yarın arkadaşlarla gelmeyi planlıyorum demiştim. dua niyetine geçmiş akşam 19:30 da birlikte gidelim lafı çıktı ve gittik. harikaydı... kendime siyah bir mont aldım. güle güle giyeyim falan ...
sınavıma az kaldı bu aralar kitaplara bakmaya başladım... Osmanlıca'da en zorlanacağım konuyu farsça harfler olarak düşünürken, imam hatip lisesi mezunu olmam fark etmeden yardımcı oldu. anlattıkları terimsel olsada, yüzeysel değilde derinlere insede, 6.cı sınıfta gördüğüm Arapça resmen karşımda duruyordu. temelim varmış demek ki, bazı soru kalıplarını anlamasamda epey kolay geldi bana. Ama Edebiyatçı bir arkadaşım var, Cahit beyden rica edeceğim bana Osmanlıca konusunda yardımcı olsun. Bugün gelecek olan arkadaşımın eşi. Üstünde çok emeğim var desem sanırım yalan olmaz ...
başka neler yapıyorum, teknolojik olarak bilgisayardan anlasamda, teknik terimlerden anlamadığımdan zorlanacağım gibi duruyor.bakalım hayırlısı olsun. canım sıkkın, keyifli olmaya çalışsamda canım sıkkın. kabul etmesemde umutla beklediğim bir cuma günü var. kabul etsemde etmesemde içimde bir heyecan ve bir vurdum duymazlık var. tam bir terazi yaklaşımı oldu sanki. safkan bir hava grubu burcuyum. terazi burcu ve yükselenim ikizler. uçarılığım hangisinden acaba?
dişlerim ağrıyor son hadde gelmesini bekliyorum sanırım. klasik olarak diş hekimlerinden ciddi manada korktuğumu saklayacak değilim. ama doktorlardan korkmuyorum, onları sevmiyorum. ama dünkü bayan çok hoştu, iyi ve insancıldı.. hep öyle kal ... hani hasta olanın psikolojisinden anlamıyorsanız hekim olmazsınız ... bana göre öyle... zor meslek kabul ediyorum. ben yarım saat bile duramıyorum hastane ortamında, orada çalışanında kolay şartlarda olduğunu sanmıyorum. kolaylık dilerim. acaba empati kurmamı gerektiren bir durumda mı kaldım ne yaptım?
uykum var ama bu sanırım kandaki iltihaptan kaynaklı bir yorgunluk hali... ya acaba cuma günü gelir mi? gelirde ben görür müyüm? nasip nasip nasip. inşallah inşallah inşallah...
birazdan sevgili dostlarım gelecek kısmetse... edebiyat üzerine konuşmak o kadar keyif veriyor ki bana. Zeliha ciddi anlamda edebiyattan anlıyor, eşi yüzünden mi bilmiyorum. Kendisi Din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni, Şeyma ise Okul Öncesi okuyor. Bize her yer kampüs diyorum Şeyma'ya .. Anadolu üniversitesi açık öğretim fakültesi olunca okulumuz. hayata pozitif bakmayı seviyorum ama karamsar olmadanda edemiyorum. yaşadıklarım sanırım beni buna iten asıl sebep...
bu arada vodafone kullanmayı seviyorum ama nedense bu aralar sorun yaşatıyor bana. ve çok değerli dostum, ilişki koçum dermişim ona, ki o kendinisi bilir... onunla günler hoş ve akıcı geçiyor. keşke ben İstanbul'da olmasaydım ya da keşke o Denizli'de olmasaydı. ve keşke ikimizde Ankara'da olsaydık.
biliyorum ki, hayalini kurduğum, olmasını istediğim bir kaç konu gerçek olmayacak. Ulaşılması zor değil ama yol uzun ve çetrefilli. Çok düşünüyorum akışına bırakmak için fazla erken ve fazla karışık... dedim mi günlükcüğüm? ben ilk kez kıskandım... hoşçakal....
başka neler yapıyorum, dün yine bacımla buluştum. Zeynep iyiki varsın canım ya.. bir gün sevdiği adamın karşısına çıkıp, Zeynep seni seviyor demek vardı ama... başkasının hayatına karışma durumundan haz etmem.. ve edilecek bir durumda yok.. ben kendi hayatımda çok şeyi düzelttim de, onun hayatına karışmam kaldı.
bugün, fındıklı tarçınlı kek, peynirli börek, garnitürlü makarna salatası ve kakaolu pasta yaptım. cumartesi günü Alacakaranlık filmine birlikte gittiğim arkadaşlarımı çaya davet ettim. Yarın öbür gün daha hasta olursam davet edemem diye düşündüm birazda. ki onları çok sevdim, kızlar gecesi gibi bir geceydi,. alışveriş yaptık birşeyler yedik içtik ve sinemada harika bir film seyrettik. son anda karar vermiştik. 1 gün öncesinden sinemada yer ayırtmış, babalarına kızları bırakamayınca, rezervasyonumu iptal için aramıştım ve yarın arkadaşlarla gelmeyi planlıyorum demiştim. dua niyetine geçmiş akşam 19:30 da birlikte gidelim lafı çıktı ve gittik. harikaydı... kendime siyah bir mont aldım. güle güle giyeyim falan ...
sınavıma az kaldı bu aralar kitaplara bakmaya başladım... Osmanlıca'da en zorlanacağım konuyu farsça harfler olarak düşünürken, imam hatip lisesi mezunu olmam fark etmeden yardımcı oldu. anlattıkları terimsel olsada, yüzeysel değilde derinlere insede, 6.cı sınıfta gördüğüm Arapça resmen karşımda duruyordu. temelim varmış demek ki, bazı soru kalıplarını anlamasamda epey kolay geldi bana. Ama Edebiyatçı bir arkadaşım var, Cahit beyden rica edeceğim bana Osmanlıca konusunda yardımcı olsun. Bugün gelecek olan arkadaşımın eşi. Üstünde çok emeğim var desem sanırım yalan olmaz ...
başka neler yapıyorum, teknolojik olarak bilgisayardan anlasamda, teknik terimlerden anlamadığımdan zorlanacağım gibi duruyor.bakalım hayırlısı olsun. canım sıkkın, keyifli olmaya çalışsamda canım sıkkın. kabul etmesemde umutla beklediğim bir cuma günü var. kabul etsemde etmesemde içimde bir heyecan ve bir vurdum duymazlık var. tam bir terazi yaklaşımı oldu sanki. safkan bir hava grubu burcuyum. terazi burcu ve yükselenim ikizler. uçarılığım hangisinden acaba?
dişlerim ağrıyor son hadde gelmesini bekliyorum sanırım. klasik olarak diş hekimlerinden ciddi manada korktuğumu saklayacak değilim. ama doktorlardan korkmuyorum, onları sevmiyorum. ama dünkü bayan çok hoştu, iyi ve insancıldı.. hep öyle kal ... hani hasta olanın psikolojisinden anlamıyorsanız hekim olmazsınız ... bana göre öyle... zor meslek kabul ediyorum. ben yarım saat bile duramıyorum hastane ortamında, orada çalışanında kolay şartlarda olduğunu sanmıyorum. kolaylık dilerim. acaba empati kurmamı gerektiren bir durumda mı kaldım ne yaptım?
uykum var ama bu sanırım kandaki iltihaptan kaynaklı bir yorgunluk hali... ya acaba cuma günü gelir mi? gelirde ben görür müyüm? nasip nasip nasip. inşallah inşallah inşallah...
birazdan sevgili dostlarım gelecek kısmetse... edebiyat üzerine konuşmak o kadar keyif veriyor ki bana. Zeliha ciddi anlamda edebiyattan anlıyor, eşi yüzünden mi bilmiyorum. Kendisi Din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni, Şeyma ise Okul Öncesi okuyor. Bize her yer kampüs diyorum Şeyma'ya .. Anadolu üniversitesi açık öğretim fakültesi olunca okulumuz. hayata pozitif bakmayı seviyorum ama karamsar olmadanda edemiyorum. yaşadıklarım sanırım beni buna iten asıl sebep...
bu arada vodafone kullanmayı seviyorum ama nedense bu aralar sorun yaşatıyor bana. ve çok değerli dostum, ilişki koçum dermişim ona, ki o kendinisi bilir... onunla günler hoş ve akıcı geçiyor. keşke ben İstanbul'da olmasaydım ya da keşke o Denizli'de olmasaydı. ve keşke ikimizde Ankara'da olsaydık.
biliyorum ki, hayalini kurduğum, olmasını istediğim bir kaç konu gerçek olmayacak. Ulaşılması zor değil ama yol uzun ve çetrefilli. Çok düşünüyorum akışına bırakmak için fazla erken ve fazla karışık... dedim mi günlükcüğüm? ben ilk kez kıskandım... hoşçakal....
17 Kasım 2011 Perşembe
Hastane, Edebiyat ve Alacakaranlık
Bugün güzel bir gün.. hava yine yağışlı, hava yine kapalı… ama bence güzel bir gün… içim kıpır kıpır. İçim tuhaf, sıkıntılı, özlem dolu, neşeli. Kıpır kıpır diyorum çünkü, yarımda olsa aşk dokunuyor yüreğime.. çok pesimist yaklaşsam da umut kelimesine, bilsem de sonu yok, bu defa gülesim var .. inanasım var, belki diyesim var… eylemsi hareketleri soyuttan somuta taşıyasım var… kalbimin kalbi, zamansız zamanlarda kaybetmek istemiyorum seni…
İçim tuhaf dedim, bir bilinmez sıkıntı da var, bugün kardeşimin yaş günü, erkek kardeşim 29 yaşına giriyor. Yarınsa onun kızının yaş günü, 4 yaşını bitiriyor kuzum. Onları gördüm rüyamda, kardeşimi ve eşini, hayır olsun diyorum. Hiç yapmayacağı bir şeyi yapıyor ve eşine vuruyor rüyamda kardeşim, eşi gitmek için hazırlanıyor. Karşısına çıkıp yapma diyeceğim ama diyemiyorum kadına, gitme diyemiyorum. Ama o neden önünde durduğumu anlamış gibi, abla, sen bari yapma diyor. Sen bu süreçten geçtin der gibi.. susuyorum, anlamamazlığa vurabileceğim bir cümle değil bu.. belki bir gün kadın olmak videosu bilinç altıma yerleşmiş dün. Bilemiyorum ama kardeşim vurmaz eşine diyerek içim rahat. Ama sonuçta erkek değil mi? Kardeşim de olsa, erkek erkektir. Aslında kadersizliktir her iki taraf açısından. Erkeklerin hastalıklı, ruhsal bozukluğu olduğunun ispatıdır. Doktora, uzmana gerek duyulmayan bir şiddet emaresi değil direkt teşhisin adıdır. Allah kimseye yaşatmasın. Bilirim… bilmektense ben utanıyorum…
Özlem dolu diyorum çünkü kalbimin kalbini özlüyorum.. neşeliyim, arkadaşım sağ salim Ankara’ya ulaşmış. Hiç görmeden sevdiğim dostlarıma bir dost daha eklendi. Epey hayalimiz var onunla, bize dair olanı ise, Kızılay’da bir kahve içmek, AnkaMall’da sinemaya gitmek. Ama şayet o vekil olursa, bunları yapamayız diyorum. O ise neden öncesinde yapar, sonra millet için çalışırım diyor. İnşallah canım inşallah.. o da terazi ben gibi, her terazi böyle harika değildir. Bana böyle harika olduğunu hissettiren birkaç teraziden birisidir kendisi. Çok özel ve çok harika bir hanımdır kendisi. Adını vermek istemiyorum, yerli yersiz bahislerimde, geleceğine dair bir nokta işareti kalmasın akıllarda. Ama ona dedim ki bir gün, bak göreceksin, Ege’li muhtemelen Ayvalık’lı birisi çıkacak karşına, zor imkansız dedi ama bak bu sabah mesajında demiş ki, Ayvalık uzak ama Muğla’lı birisiyle tanıştım demez mi? Koordinatları karıştırsam da, Ege ‘li olacak demiştim işte … maşallahım var..
O kadar ısrara dayanamadım ve sonunda Salı günü doktora gittim. Aşırı yağışlı bir günün ıslak hastasıydım, doktor her zaman ki gibi kronik uyuzluk emareleri gösteriyordu. Adamı gördüğüm anda ağrılarım gitti, psikolojik olarak benim ağrılar hep kaçar beyaz önlüklü görünce. Öyle de oldu maalesef. Neren ağrıyor diyor, bütün eklemlerimi kontrol etti vesselam ağrımadı. Bu ne bakıştı be adam, senin yanından ayrılmasam mı ki ? Ağrılardan kurtuldum. Odadan çıktığımla dirsek ve dizim ağrımaya başlamaz mı? Parmaklarımda gezinen ağrılar ise cabası, kan verdim, film çektirdim. 2 ayrı test istedi daha büyük bir araştırma hastanesinden. Ve kalbin için kardiyolojiye gözükmelisin dedi. Dün tahlil sonucuma baktım bilgisayardan, 2 değerim düşük ve yüksekti. Gerisi normaldi şükür. İlginç olan kansız değilim … bugün iç hastalıklarından randevu aldım, yarınsa kalpten alacağım. Off bitmek bilmeyen çile hastaneler.. benim bir doktorla evlenmem lazım. Başkası beni paklamaz sözüm yıllardır var. Bu gidişle gerçek olacak, adam benimle evlendiğine mi yanacak, sonunda, ihtisas yapmak için elinde canlı biri hep olduğuna sevinecek mi muallakta bırakan bir soru … gülüyorum…
Salı günü hastane dönüşü, kaç zamandır şiirsel yazılar yazamadığım geçti aklımdan, acı çekmiyorum ondan mı ki dedim? Yazamıyorum, yazdırması gereken kişi tatile mi çıktı ki sebep olmuyor diye de düşünmedim değil.. ve dün bir şeyler yazdım bir anda. Açtım bilgisayarı, bir de şarkılarımı açtım, veda şiiriydi. ( aslında yazdıklarım şiir değil ) git diyebildim yüreklice içimde ki aşka… ve gitme demek içindi tüm cümlelerimin özeti… okudu mu yazdıran bilmiyorum, okudu diye ümit etsem de, belli olmaz.. okumamış olması da muhtemel… video olarak ekledim, Yıldız Tilbe’nin sevdiğim çok sevdiğim ve şu anda dinlediğim bir şarkısıyla birlikte güzel bir şey çıktı. Yazıda sonradan okuduğum hatalar, eksikleri fazlalıklar vardı ama anı yakalamak çabası düzeltmelere fırsat vermedi. Olmayınca olmuyor yazamayınca yazamıyorsun gerçekten… acıtıyor mu bu peki, bazen.. bazen hissetmiyorsun ama hissizleştiğin için hissetmiyorsun. Laf olsun diye yazmak daha kolay… hissetmek ise.. bambaşka..
Bu arada, kaç gündür, kaç zamandır diyeyim hatta, edebiyatçı olmadığım halde, ki edebiyat öğrencisiyim ve edebiyatla ilgileniyorum ama edebiyatçı nasıl olunursa daha artık, şiirini okumamı isteyen kişiler, yada yorum yaptıklarım, beni mükemmeliyetçi olarak yada eleştirilerimin, yorumlarımın yapıcı olduğunu, çok önemli olduğunu düşünüyormuş. O kadar gözde büyütülecek bir kriter değilim aslında. Tevazu etmiyorum, edebi olarak eleştiremem asla. O düzeye erişemedim ama okur olarak göze batanları söylemek istediğimde sadece erkekler açık buna bir de Tülay… bu ne ya, eleştiri olmazsa, kör sağır birbirini ağırlarsa bu edebiyat olmaz ki, çoğu şiir dahi değil, nesir olarak yazar gibi yazmıyorlar mı? Okurken ürperiyorum, siz amatörsünüz ama amatör olup, kitapları olmayıp, çığır açan şairler yok mu? Sadece dergilerde ( ki günümüzde bunu internette edebiyat portalları almış vaziyette ) yayımlananlarla bile antolojileri, kitapları çıkan şairler var.. bunu bilerek ben amatörüm vs açıklamalarından nefret ediyorum. Açık olun biraz, ben açık olduğum için 6 sene önce yazdıklarımla şimdi arasında 1 adımda olsa değişim kaydettim. Okumuyoruz, dinlemiyoruz sonrada kör sağır birbirini ağırlasın diyoruz. Siyaset oldu mu, kuru gürültü sözcükler sarf ediliyor ama edebi eleştiriler oldu mu, emeğine sağlık, kaleme sağlıkla kuru kuru yalanlar söyleniyor. Öyle miydi ya ? ülke elden giderken, Tanzimatçılar, kırıcı ama bizlere güzellikler bırakmaya sebep olan tartışmalar yapmadılar mı? Abartmak ha? Edebiyat her şeyin hissi dökümüdür.. boş iş diyenler, dünyalık diyenlere gelince, mevlid okurken, ilahi dinlerken yine bir edebi eser ürünü ile müşerref oluyorsunuz.. şiir ve yazı ile tasavvuf edebiyatından faydalanıyorsunuz. En sevgiliye yazılan şiirler, kasideler, benzetmelerle güzelleşiyor.. o 571 yılında doğan bir peygamberdi demek ne kadar yalınsa, 571 yılında bir güneş misali doğdu gül kokulu peygamber demek daha iç ısıtıcı… edebiyat boş olamaz.. ama bunu basitleştirdik, her şeyi basitleştirdiğimiz gibi…
Öğleden sonra hastaneye gideceğim ama öncesinde Zeynep bacıma uğramayı planlıyorum nasipse. Birlikte bir öğle yemeğine çıkmış olalım di mi ama :)
Vesselam beklemelerdeyim.. zaman en güzel yalanın adı, zaman bekleyişlerin adı.. zamansız zamanlara sesleniyorum, ruha ve bedene sığmayan bir aşkla sevmeyi, sevilmeyi nasip et diye dua ediyorum….
ve eklemeden edemeyeceğim, yarın 18 kasım ve Alacakaranlık Şafak Vakti vizyona giriyor. yarın geceye yer ayırtabilirsem gitmeyi planlıyorum. gönül isterdi ki, kalbimin kalbi ile gideyim.. Kalbimde götüreceğim artık onu.. bu filmi film olarak, görsel olarak beğenmiyorum, eser olarak, kurgu olarak aşık oldum. Ahlakçı bir yazar Stephanie Meyer. evlilik dışı cinsel ilişkiyi o kadar çok yanlış buluyor ki, ( keza bencede öyle ) evlenmeden karakterlere birlikte olma şansı asla vermiyor.. ve cinsel unsurlar ön plana çıkmıyor, ta ki bu son filme dek, ki kitapta yine cinsellik açısından bir tutku yok. Ama görsel sanatlar olarak nasıl sunacak ki yönetmen ve yapımcı... di mi ama? yıllardır aşklarını takip ettiğimiz insanlar bir şeyler yapsın istiyorlar ( oyuncuların sevgili olması ise filmde ki iticiliği bir nebze olsun azaltmış ) ben sevmem müstehcen sahneleri, ama onlar utanmıyorsada yapacak bir şey yok... anlayacağınız, serisini en az 4-5 defa okuduğum romanın filmini görmeek için 14 aydır bekliyorum. profil fotoğraflarımı süsleyen filmin sondan bir önceki serisi.. nasip mi seyretmek bilinmez elbette. niyetimiz o yönde... profil resimlerimi ayıplayanlar çok olduğundan ve ben uyarıları güzelce söylemeyenlerden, bana karışmalarından nefret ettiğimden dolayı for ever twilight diyorum... aşk bir tan vakti yüreklerde buluşsun...
İçim tuhaf dedim, bir bilinmez sıkıntı da var, bugün kardeşimin yaş günü, erkek kardeşim 29 yaşına giriyor. Yarınsa onun kızının yaş günü, 4 yaşını bitiriyor kuzum. Onları gördüm rüyamda, kardeşimi ve eşini, hayır olsun diyorum. Hiç yapmayacağı bir şeyi yapıyor ve eşine vuruyor rüyamda kardeşim, eşi gitmek için hazırlanıyor. Karşısına çıkıp yapma diyeceğim ama diyemiyorum kadına, gitme diyemiyorum. Ama o neden önünde durduğumu anlamış gibi, abla, sen bari yapma diyor. Sen bu süreçten geçtin der gibi.. susuyorum, anlamamazlığa vurabileceğim bir cümle değil bu.. belki bir gün kadın olmak videosu bilinç altıma yerleşmiş dün. Bilemiyorum ama kardeşim vurmaz eşine diyerek içim rahat. Ama sonuçta erkek değil mi? Kardeşim de olsa, erkek erkektir. Aslında kadersizliktir her iki taraf açısından. Erkeklerin hastalıklı, ruhsal bozukluğu olduğunun ispatıdır. Doktora, uzmana gerek duyulmayan bir şiddet emaresi değil direkt teşhisin adıdır. Allah kimseye yaşatmasın. Bilirim… bilmektense ben utanıyorum…
Özlem dolu diyorum çünkü kalbimin kalbini özlüyorum.. neşeliyim, arkadaşım sağ salim Ankara’ya ulaşmış. Hiç görmeden sevdiğim dostlarıma bir dost daha eklendi. Epey hayalimiz var onunla, bize dair olanı ise, Kızılay’da bir kahve içmek, AnkaMall’da sinemaya gitmek. Ama şayet o vekil olursa, bunları yapamayız diyorum. O ise neden öncesinde yapar, sonra millet için çalışırım diyor. İnşallah canım inşallah.. o da terazi ben gibi, her terazi böyle harika değildir. Bana böyle harika olduğunu hissettiren birkaç teraziden birisidir kendisi. Çok özel ve çok harika bir hanımdır kendisi. Adını vermek istemiyorum, yerli yersiz bahislerimde, geleceğine dair bir nokta işareti kalmasın akıllarda. Ama ona dedim ki bir gün, bak göreceksin, Ege’li muhtemelen Ayvalık’lı birisi çıkacak karşına, zor imkansız dedi ama bak bu sabah mesajında demiş ki, Ayvalık uzak ama Muğla’lı birisiyle tanıştım demez mi? Koordinatları karıştırsam da, Ege ‘li olacak demiştim işte … maşallahım var..
O kadar ısrara dayanamadım ve sonunda Salı günü doktora gittim. Aşırı yağışlı bir günün ıslak hastasıydım, doktor her zaman ki gibi kronik uyuzluk emareleri gösteriyordu. Adamı gördüğüm anda ağrılarım gitti, psikolojik olarak benim ağrılar hep kaçar beyaz önlüklü görünce. Öyle de oldu maalesef. Neren ağrıyor diyor, bütün eklemlerimi kontrol etti vesselam ağrımadı. Bu ne bakıştı be adam, senin yanından ayrılmasam mı ki ? Ağrılardan kurtuldum. Odadan çıktığımla dirsek ve dizim ağrımaya başlamaz mı? Parmaklarımda gezinen ağrılar ise cabası, kan verdim, film çektirdim. 2 ayrı test istedi daha büyük bir araştırma hastanesinden. Ve kalbin için kardiyolojiye gözükmelisin dedi. Dün tahlil sonucuma baktım bilgisayardan, 2 değerim düşük ve yüksekti. Gerisi normaldi şükür. İlginç olan kansız değilim … bugün iç hastalıklarından randevu aldım, yarınsa kalpten alacağım. Off bitmek bilmeyen çile hastaneler.. benim bir doktorla evlenmem lazım. Başkası beni paklamaz sözüm yıllardır var. Bu gidişle gerçek olacak, adam benimle evlendiğine mi yanacak, sonunda, ihtisas yapmak için elinde canlı biri hep olduğuna sevinecek mi muallakta bırakan bir soru … gülüyorum…
Salı günü hastane dönüşü, kaç zamandır şiirsel yazılar yazamadığım geçti aklımdan, acı çekmiyorum ondan mı ki dedim? Yazamıyorum, yazdırması gereken kişi tatile mi çıktı ki sebep olmuyor diye de düşünmedim değil.. ve dün bir şeyler yazdım bir anda. Açtım bilgisayarı, bir de şarkılarımı açtım, veda şiiriydi. ( aslında yazdıklarım şiir değil ) git diyebildim yüreklice içimde ki aşka… ve gitme demek içindi tüm cümlelerimin özeti… okudu mu yazdıran bilmiyorum, okudu diye ümit etsem de, belli olmaz.. okumamış olması da muhtemel… video olarak ekledim, Yıldız Tilbe’nin sevdiğim çok sevdiğim ve şu anda dinlediğim bir şarkısıyla birlikte güzel bir şey çıktı. Yazıda sonradan okuduğum hatalar, eksikleri fazlalıklar vardı ama anı yakalamak çabası düzeltmelere fırsat vermedi. Olmayınca olmuyor yazamayınca yazamıyorsun gerçekten… acıtıyor mu bu peki, bazen.. bazen hissetmiyorsun ama hissizleştiğin için hissetmiyorsun. Laf olsun diye yazmak daha kolay… hissetmek ise.. bambaşka..
Bu arada, kaç gündür, kaç zamandır diyeyim hatta, edebiyatçı olmadığım halde, ki edebiyat öğrencisiyim ve edebiyatla ilgileniyorum ama edebiyatçı nasıl olunursa daha artık, şiirini okumamı isteyen kişiler, yada yorum yaptıklarım, beni mükemmeliyetçi olarak yada eleştirilerimin, yorumlarımın yapıcı olduğunu, çok önemli olduğunu düşünüyormuş. O kadar gözde büyütülecek bir kriter değilim aslında. Tevazu etmiyorum, edebi olarak eleştiremem asla. O düzeye erişemedim ama okur olarak göze batanları söylemek istediğimde sadece erkekler açık buna bir de Tülay… bu ne ya, eleştiri olmazsa, kör sağır birbirini ağırlarsa bu edebiyat olmaz ki, çoğu şiir dahi değil, nesir olarak yazar gibi yazmıyorlar mı? Okurken ürperiyorum, siz amatörsünüz ama amatör olup, kitapları olmayıp, çığır açan şairler yok mu? Sadece dergilerde ( ki günümüzde bunu internette edebiyat portalları almış vaziyette ) yayımlananlarla bile antolojileri, kitapları çıkan şairler var.. bunu bilerek ben amatörüm vs açıklamalarından nefret ediyorum. Açık olun biraz, ben açık olduğum için 6 sene önce yazdıklarımla şimdi arasında 1 adımda olsa değişim kaydettim. Okumuyoruz, dinlemiyoruz sonrada kör sağır birbirini ağırlasın diyoruz. Siyaset oldu mu, kuru gürültü sözcükler sarf ediliyor ama edebi eleştiriler oldu mu, emeğine sağlık, kaleme sağlıkla kuru kuru yalanlar söyleniyor. Öyle miydi ya ? ülke elden giderken, Tanzimatçılar, kırıcı ama bizlere güzellikler bırakmaya sebep olan tartışmalar yapmadılar mı? Abartmak ha? Edebiyat her şeyin hissi dökümüdür.. boş iş diyenler, dünyalık diyenlere gelince, mevlid okurken, ilahi dinlerken yine bir edebi eser ürünü ile müşerref oluyorsunuz.. şiir ve yazı ile tasavvuf edebiyatından faydalanıyorsunuz. En sevgiliye yazılan şiirler, kasideler, benzetmelerle güzelleşiyor.. o 571 yılında doğan bir peygamberdi demek ne kadar yalınsa, 571 yılında bir güneş misali doğdu gül kokulu peygamber demek daha iç ısıtıcı… edebiyat boş olamaz.. ama bunu basitleştirdik, her şeyi basitleştirdiğimiz gibi…
Öğleden sonra hastaneye gideceğim ama öncesinde Zeynep bacıma uğramayı planlıyorum nasipse. Birlikte bir öğle yemeğine çıkmış olalım di mi ama :)
Vesselam beklemelerdeyim.. zaman en güzel yalanın adı, zaman bekleyişlerin adı.. zamansız zamanlara sesleniyorum, ruha ve bedene sığmayan bir aşkla sevmeyi, sevilmeyi nasip et diye dua ediyorum….
ve eklemeden edemeyeceğim, yarın 18 kasım ve Alacakaranlık Şafak Vakti vizyona giriyor. yarın geceye yer ayırtabilirsem gitmeyi planlıyorum. gönül isterdi ki, kalbimin kalbi ile gideyim.. Kalbimde götüreceğim artık onu.. bu filmi film olarak, görsel olarak beğenmiyorum, eser olarak, kurgu olarak aşık oldum. Ahlakçı bir yazar Stephanie Meyer. evlilik dışı cinsel ilişkiyi o kadar çok yanlış buluyor ki, ( keza bencede öyle ) evlenmeden karakterlere birlikte olma şansı asla vermiyor.. ve cinsel unsurlar ön plana çıkmıyor, ta ki bu son filme dek, ki kitapta yine cinsellik açısından bir tutku yok. Ama görsel sanatlar olarak nasıl sunacak ki yönetmen ve yapımcı... di mi ama? yıllardır aşklarını takip ettiğimiz insanlar bir şeyler yapsın istiyorlar ( oyuncuların sevgili olması ise filmde ki iticiliği bir nebze olsun azaltmış ) ben sevmem müstehcen sahneleri, ama onlar utanmıyorsada yapacak bir şey yok... anlayacağınız, serisini en az 4-5 defa okuduğum romanın filmini görmeek için 14 aydır bekliyorum. profil fotoğraflarımı süsleyen filmin sondan bir önceki serisi.. nasip mi seyretmek bilinmez elbette. niyetimiz o yönde... profil resimlerimi ayıplayanlar çok olduğundan ve ben uyarıları güzelce söylemeyenlerden, bana karışmalarından nefret ettiğimden dolayı for ever twilight diyorum... aşk bir tan vakti yüreklerde buluşsun...
13 Kasım 2011 Pazar
pazar günü ve Git / me....
yine bir pazar günü daha. yazmayalı 1 hafta oldu mu? oldu sanırım.. ne çok yazacağım var. ne çok biriktirdim kelam... bayram geldi geçti gitti.. uzun zaman sonra annem ve babamlaydım bayramda. nedense son anda yıllar evveline döndük. bir kavga ettiler.. ruhumda bir fırına koptu.. çocukluğumda kopan fırtınalardan farkı yoktu. bu sefer teselli etmek için ağlayacak yerde gülmeye çalıştığım, onlar kavga ederken deli gibi güldüğüm, o gülüşlere sebep olan kardeşim yoktu.. gözlerim yine doldu... ve arefe gecesi dayımı yazmıştım sana, dayım bayramın ilk günü pat diye çıkıp geldi İnegöl'den.. çok şaşırdım çok sevindim. bayramın ilk günü canım Derya'ma gittim Pendik'e.. bana çiğ köfte yaptı sırf bana. canım benim hayatımda rahat ettiğim tek yer desem abartmam sanırım. Seher de de rahat ederim böyle.. sağolsunlar.... dönüşte kardeşime uğradım annemi babamı görmeye, dayımda ordaydı onuda aldım döndüm. gece 2 ydi yattık. dayımı çok özlemişim. gördüğünüz göreceğiniz tek saf erkek.. tek tuhaf derecede mülayim erkek... gazoza hap at uyut o derece yani.... canımsın dayım.. bayram Fethipaşa korusunda bitti... orayada gittim... son gününde sanırım gittim.güzeldi boğaz, Üsküdar'dan güzel gözüküyor İstanbul...
hafta başladı başlamadan evvel vedalarım oldu.. canıma mesela.. düşlerime, hayallerime vedam oldu.. sustum.. sustu.... öldüm.. ölmedi ama...
" aşk sessizliği affetmez!!! "
bu arada şiddetli ağrılarım var, şiddeti kalbime, kemiklerimin her zerresine vuran, her eklemimde gezinen ağrılar... duramıyorum, ilaç kesmiyor ağrılarımı.. doktor diyorlar, gittiklerimden görmediğim faydayı bu hafta görecek miyim acaba? şifa senden Rabbim... buna hamdolsun...
ders çalıştım bir ara çalıştım anladımda. güzeldi, her ders çalışmam böyle olmaz ama bir yerden başladım o yede de kaldım.. şu anda Ahmet Kaya arka mahalle dinliyorum.. şöyle İstanbul'u inletesim var şu şarkıyla.. son sesle... en uçuk hayalim... hayallerde sınır olmazmış ya...
başka neler oldu, hasta oluşuma rağmen mi, sonunu bilmeme rağmen midir nedir beni öldürecek teklifler aldım... sua kaldım.. tırnağın varsa kaşırsın başını...
havalar soğuk, kapalı, gri, yalancı güneşli.. hava benim havam... kasım ayını sevmiyorum evet... bir kez daha emin oldum.. dün bir ayakkabı aldım: ve her zaman ki gibi kitap aldım... Nazan bekiroğlu'nun köşe yazılarını okudum ama hiç eserini okumadım. Acaba bir Elif Şafak tadı verebilir mi diyorum? kelamı kuvvetli ama o olabilir mi? gözüm hep OD'a gitti geldi, İskender hocanın kitabını alasım geldi, bıraktım her sefasında, zamanı gelmedi demek ki onunla ve kalemiyle roman olarak tanışmanın. köşe yazarlarını okurum severim. Elif Şafak, Nazan Bekiroğlu, İskender Pala, Beşir Ayvazoğlu, Hilmi Yavuz ve Selim İleri yazıları bana çok anlam katar. Selim İleri beklentinizin üzerindedir yazım konusunda... tabularınız varsa ona dair yıkabilir köşe yazılarıyla birikimiyle... bugün okumalı nasipse
bir maçımız vardı 3 gol yediğimiz... eksiklerin ötesinde facia gibiydik... takım ruhumuz yoktu ya.. milli takımın ruhu yoktu.. nerde Hakan Şükür'lü, Rüştü'lü, Tugay'lı, Suat'lı, İlhan'lı, Bülent'li yiğitler, nerde bu yeni yetmeler... kulüp gezginleri.. biz futbolla bile moral bulan hassas duyguları olan bir vatanız.. ve heder olduk... ( çok fanatik bir kadınım ne olmuş )
özleüyorum diyemiyorsak sevdiğimize, sevdiklerimize eksilir miyiz acaba? gurur etmek iyi midir? yoksa idrak etmek midir bir bakıma? idrak derken, sevmek, aşık olmak, birisinin zamanını, hayatını işgal etme hakkı verir mi ki bize? asla... seviyoruz diye mübah mıdır her adım atışımız? hayır.. o zaman gurur değil, gönülsüzlüğe gönül koymamaktır bu ... gönül koymadımda, düşlerime ket vurdum, sustu dilim.. sustu benliğim....
sevmiyorum susmaları... sevmiyorum sessizliği... ve susuyorum işte.. bunun için bile kızgınım sana... kendime yada...
sana git dedim yalan.. yokluğun ben de talan.. son sözüm budur sakın sakın git me.... M. İnce...
böyle işte günlükcüğüm... bir de dokunmadığımız yaralar var, Van gibi.. buz ayazlarda, üşüyenlerimiz var, hepsinde bir çocuk var, hepsinde kırgınlıklar var. korkular var. beyazın masumiyeti şimdilerde laneti olmuş Van'ın.. kan re/ Van diyor sevgili Kamuran Olgun, kanb re / Van olanlara sabır ve metanet diliyorum. korkunun ecele faydası yoktur bilirim ama biz kalbende olsa sizleyiz diyebiliyorum utanarak.. sıcak evimde utanarak.. 12 kasımı bilirim. sokakta yattık kaç gece, yer umarsızca sasllanıyordu, dışarıda , ayazda bile korkuyorduk. ayazlar yüreğe, bedene hayata vuruyordu. bilirim acılarını... eviniz tabut gelir gözünüze.. bir de gurbetteyseniz ben gibi, yalnızsınızdır.. sarılacak kimseniz yoktur.. Allah beterlerinden korusun. kalbimiz senle Van...
hayat acılar sunuyor bana.. ama kardeşim canım yanıyor dedi ya dün gece 2 . 35 de... canımı yerinden söktüler sandım. Murat'ım düşmedin ya, düşmedin. sadece çakıl taşlarınatakılıyorsun, çocukkende böyle sakardın demek istiyorum.. büyümedin sen daha kuzum.. ve ben hayatta oldukça büyümeyeceksin. dilimin duasına ne olur sahip çık Rabbim. Reyhan'ımı ve onu koru...
Akşam ders çalışmalıyım, ders çalışmalıyım, ders çalışmalıyım... üç kez söyleim sünnette uyalım diye, Rabbim de o gül kokulu peygamber hatrına zihin açıklığı versin inşallah.. evde değilim dışarıdayım, bir gözlem halindeyim... gözlerim insanları seyrediyor, şiir dinliyorum.. Murat İnce ve Naşide Göktürk yorumu.. Çekil Git diyor... git / me işte.. git meeeee
hafta başladı başlamadan evvel vedalarım oldu.. canıma mesela.. düşlerime, hayallerime vedam oldu.. sustum.. sustu.... öldüm.. ölmedi ama...
" aşk sessizliği affetmez!!! "
bu arada şiddetli ağrılarım var, şiddeti kalbime, kemiklerimin her zerresine vuran, her eklemimde gezinen ağrılar... duramıyorum, ilaç kesmiyor ağrılarımı.. doktor diyorlar, gittiklerimden görmediğim faydayı bu hafta görecek miyim acaba? şifa senden Rabbim... buna hamdolsun...
ders çalıştım bir ara çalıştım anladımda. güzeldi, her ders çalışmam böyle olmaz ama bir yerden başladım o yede de kaldım.. şu anda Ahmet Kaya arka mahalle dinliyorum.. şöyle İstanbul'u inletesim var şu şarkıyla.. son sesle... en uçuk hayalim... hayallerde sınır olmazmış ya...
başka neler oldu, hasta oluşuma rağmen mi, sonunu bilmeme rağmen midir nedir beni öldürecek teklifler aldım... sua kaldım.. tırnağın varsa kaşırsın başını...
havalar soğuk, kapalı, gri, yalancı güneşli.. hava benim havam... kasım ayını sevmiyorum evet... bir kez daha emin oldum.. dün bir ayakkabı aldım: ve her zaman ki gibi kitap aldım... Nazan bekiroğlu'nun köşe yazılarını okudum ama hiç eserini okumadım. Acaba bir Elif Şafak tadı verebilir mi diyorum? kelamı kuvvetli ama o olabilir mi? gözüm hep OD'a gitti geldi, İskender hocanın kitabını alasım geldi, bıraktım her sefasında, zamanı gelmedi demek ki onunla ve kalemiyle roman olarak tanışmanın. köşe yazarlarını okurum severim. Elif Şafak, Nazan Bekiroğlu, İskender Pala, Beşir Ayvazoğlu, Hilmi Yavuz ve Selim İleri yazıları bana çok anlam katar. Selim İleri beklentinizin üzerindedir yazım konusunda... tabularınız varsa ona dair yıkabilir köşe yazılarıyla birikimiyle... bugün okumalı nasipse
bir maçımız vardı 3 gol yediğimiz... eksiklerin ötesinde facia gibiydik... takım ruhumuz yoktu ya.. milli takımın ruhu yoktu.. nerde Hakan Şükür'lü, Rüştü'lü, Tugay'lı, Suat'lı, İlhan'lı, Bülent'li yiğitler, nerde bu yeni yetmeler... kulüp gezginleri.. biz futbolla bile moral bulan hassas duyguları olan bir vatanız.. ve heder olduk... ( çok fanatik bir kadınım ne olmuş )
özleüyorum diyemiyorsak sevdiğimize, sevdiklerimize eksilir miyiz acaba? gurur etmek iyi midir? yoksa idrak etmek midir bir bakıma? idrak derken, sevmek, aşık olmak, birisinin zamanını, hayatını işgal etme hakkı verir mi ki bize? asla... seviyoruz diye mübah mıdır her adım atışımız? hayır.. o zaman gurur değil, gönülsüzlüğe gönül koymamaktır bu ... gönül koymadımda, düşlerime ket vurdum, sustu dilim.. sustu benliğim....
sevmiyorum susmaları... sevmiyorum sessizliği... ve susuyorum işte.. bunun için bile kızgınım sana... kendime yada...
sana git dedim yalan.. yokluğun ben de talan.. son sözüm budur sakın sakın git me.... M. İnce...
böyle işte günlükcüğüm... bir de dokunmadığımız yaralar var, Van gibi.. buz ayazlarda, üşüyenlerimiz var, hepsinde bir çocuk var, hepsinde kırgınlıklar var. korkular var. beyazın masumiyeti şimdilerde laneti olmuş Van'ın.. kan re/ Van diyor sevgili Kamuran Olgun, kanb re / Van olanlara sabır ve metanet diliyorum. korkunun ecele faydası yoktur bilirim ama biz kalbende olsa sizleyiz diyebiliyorum utanarak.. sıcak evimde utanarak.. 12 kasımı bilirim. sokakta yattık kaç gece, yer umarsızca sasllanıyordu, dışarıda , ayazda bile korkuyorduk. ayazlar yüreğe, bedene hayata vuruyordu. bilirim acılarını... eviniz tabut gelir gözünüze.. bir de gurbetteyseniz ben gibi, yalnızsınızdır.. sarılacak kimseniz yoktur.. Allah beterlerinden korusun. kalbimiz senle Van...
hayat acılar sunuyor bana.. ama kardeşim canım yanıyor dedi ya dün gece 2 . 35 de... canımı yerinden söktüler sandım. Murat'ım düşmedin ya, düşmedin. sadece çakıl taşlarınatakılıyorsun, çocukkende böyle sakardın demek istiyorum.. büyümedin sen daha kuzum.. ve ben hayatta oldukça büyümeyeceksin. dilimin duasına ne olur sahip çık Rabbim. Reyhan'ımı ve onu koru...
Akşam ders çalışmalıyım, ders çalışmalıyım, ders çalışmalıyım... üç kez söyleim sünnette uyalım diye, Rabbim de o gül kokulu peygamber hatrına zihin açıklığı versin inşallah.. evde değilim dışarıdayım, bir gözlem halindeyim... gözlerim insanları seyrediyor, şiir dinliyorum.. Murat İnce ve Naşide Göktürk yorumu.. Çekil Git diyor... git / me işte.. git meeeee
4 Kasım 2011 Cuma
Ordan, Burdan, Şurdan derken...
sabahı karşılıyorum, bugün uyumadım.. uyku mu tutmadı, uykulara uykusuz kalmayı mı özledim bilemiyorum. bahane üretmek istediğimizde, bir sürü sebep bulabiliriz. ne de olsa bizler, haklı olmayı, haklı çıkmayı severiz. bugün 5 kasım 2011.. bayram arifesi bugün. o sebeple, oruç tutmaya niyetlendim kısmetse. aslında dünden niyet etmiştim ama br yavru kedinin gazabına uğradım. nasip diyelim. her şey nasiptir aslında. kabul etmesekte, başka isimler versekte..
saat 03:24'ü gösteriyor saat. bu gece oynadığım 6 wordabula ( scrabble ) dan 5 tanesini kazandım, 1 tanesinde, her ikimizde elimizde taşlarla oyunu bitiremedik. her ikimiz dediğimde, her defasında başbaşka oyuncular oturdu masama. bir kaç zamandır oynadığım oyunlarda genelde kazanıyorum. 3 senelik arkadaşım olan Ali'yi ise dün güzelce yendim. sevgili Ali'yi oyunus.com sitesinden tanırım. çok sevgili dostum gel özledim seni yenmeyi diyerek çıkmıştı yola halbuki ... eee rakibi küçümseme demişler.
bugün yani bu bugün dün oluyor, çok çok kıymetli ve ben de özel olan birisinin geçirdiği ameliyat sonrası ağrı dindirme konusuna eğilim gösterdim. hani, geçirdiği evreleri geçireceğimi düşündükçe hepten deli olacağımı fark ettim. beni bekleyen bir burun ameliyatım var. hiç ama hiç olmak istemediğim bir ameliyat. hayırlısı olsun. bu ameliyatı geçiren sevgili hastamın az daha rahatlaması için, epeyce sordum, soruşturdum. umarım dediklerimi uygulamıştır. ve şu anda umarım derin bir uyku çekiyordur. yanında olamadığım için bağışla... bağışla.. bağışla..
bu akşam, dayımı aradım. sesi o kadar üzgün geliyordu ki, sanki bilinçli bir arama yapmışım gibi olmuştu o esnada. halbuki, içimden gelmişti, dayımı özlemiş aramıştım. moralim bozuk gülüm biliyorsun işte dedi. bildiğim ne ise onu bilmiyordum bence. sonradan fark ettim ki, sevgili dayım, yenilmişliklerine üzgündü. Sivas türküsü söylemek geldi içimden. söyledim de.. dayım iyi insandır, sakin, içtendir, saftır... ( hiç erkekler saf olur mu sorusu geldi aklıma ya ) neyse, üzülme dayı ya dedim, üzülme. sen alış artık, bir kez başlar uğursuzluk dedim. zaten şikecisiniz diye teselli ettim. dayım epey üzgündü üstüne gitmemek adına kapattım telefonu...
bu ait olma isteğidir, bir siyasi parti, bir oluşum, bir taraftarlık, ait olma psikolojisine en iyi örnektir. konuşacak derin konular bulma, bir yerdeyim mesajı verme çabasıdır. fanatik bir taraftar olarak bunu kabul ediyorum. psikoloji merakımdan bunuda öğrenmiştim.
bir bayram daha geldi çattı.. bilen bilir beni, bayramlarla aram iyi değildir. anıların hücum etmesi midir, gurbetlik midir sebep bilinmez.( ki gurbetlik nedir onu önce cevaplamam lazım sanırım ) ama sevmem işte bayramları... umarım güzel geçer bayram... huzurlu, neşeli, adına yakışan bir bayram olur. Allah kesenin kurbanını kabul etsin, kesemeyene nasip etsin, kesmeyenleri ise ( parası varken ) affetsin...
bayram sonrası, doktora gitmeye niyetliyim nasipse. eklemlerime sanki, çivi çakıyorlarmış gibi ağrılar saplanıyor,önce dizlerimde başlayan ağrı uzun zaman devam etti, şimdilerde ise, kollarım, parmaklarımda ağrıyor. ve en kötüsü, kalbim ağrıyor son zamanlarda. hep, sinirsel olsa gerek dediğim ağrının, dedikleri doğruysa ciddi bir hastalığın habercisi imiş.. hayırlısı olsun. nasip her şey...
vizelerim yaklaşıyor, hiç ama hiç çalışmadım. ne yapacağım sorusuna cevabım çok fanatikçe olacak dermişim. GALATASARAY yazıp çıkacağım .. hahahah... şaka bir tarafa, bayram sonrası, kitaplara gömülmek niyetindeyim az da olsa. ne gereksiz ders şu Osmanlıca... ne gereği var, sanki osmanlıca konuşacağız bu saatten sonra. bilgisayar dersi de gereksiz. terimsel olarak çok itici geldi bana. bir de kitaplar akademik bir dille yazıldığından, boğuldum. sanırım bir 12 senede içime sindire sindire bitirim bu okulu. o da yetmez, edebiyattan tiksinirim ve nefret ederim gibi geliyor bana. ileriki dönemlerdeki derslere baktım biraz geçen akşam. Orhun ve Uygur Türkçesi dersleri vardı. aha dedim, normal Türkçe'yi konuştuk ya. onlar eksik kaldı. hadi bu dil, dilimizin temelidir diyelim. Almanca, Fransızca, İngilizce de ne oluyor? eğitim fakültesi bile değiliz yani. öğrenciysen öl diyorlar. kardeşim dünya kadar işim var. bir sınav yeterdi bana. vize final işkencesi nerden çıktı. bana yazık ya. kınıyorum sizi der ve edebiyatı irdeledikçe, yazılanların, çizilenlerin, ciddi manada edebiyattan uzak olduğunu fark etmeye başladım. şu görüyü, tasvip edersem diyee korkuyorum bir gü.. kibirli bir yaklaşım olacak ama, ki ben öyle olduğuna kanaat getirmişimdir her zaman. " sanat, sanat içindir. " belli bir kesim cidden edebiyatı özüyle yazmaya, yapmaya çalıştı mı, kesinlikle ama kesinlikle yazılan, çizilenin kelime cümbüşü olduğunu anlıyor. bu işe cidden gönül verenler fark ediyor sığlıkları. ben mesela, öğretmen olmak için hareket etmediğimden, edebiyatı, sanatsal olarak ele aldığımdan hepten bocalıyorum. yazdıklarıma şiir demiyordum evvelden, şimdi ise yazdıklarıma, ne diyeceğimi düşünüyorum. karalama kelimesi dahi, beni utandırıyor... emeksiz yemek olmaz.. ve emeksiz kelamlar, kalemi yoruyor beyhude yere... hayırlısı olsun bakalım. hayırlısı olsun inşallah
geçenlerde sevgili bir büyüğüm, ( burada bir sevgili büyüğüm olacaktı ) kitabı çıktı TİMAŞ yayınlarından. 1.ci baskısını tez vakitte okumamı istiyordu, görüşlerine ciddi anlamda güveniyorum ve diğer basımları bu doğrultuda hazırlamak istiyorum diye defalarca rica etti. bu nasıl bir onur verici istektir anlatamam. daha okulumun özünü dahi bilmezken, okuma birikimime güveniyordu kıymetli aile dostum, sevgili büyüğüm. onlardan çok şey öğrendim. iyiki girmişler ailecek hayatıma..
başka neler yaptım, alış veriş yaptım kızlarıma,bayramlık aldım. ben gezmeyi çok sevmem.2 yere baktım, uygun, temiz, güzel bir şeyler aldım. çok şükür bunuda alabildik dedim. sevinsinler düşüncesi işte. yoksa ihtiyaç dahilinde değil bayramlıklar. bakalım nasıl geçecek bayramları ? bu bayram uzun zaman sonra, babamla olacağım aksilik çıkmazsa. bayram... bana her gün olan..
uzun zamandır sevgili kız kardeşim Reyhan'la görüşemiyorum, sıkıldım açıkçası. özledim, mesajlaşmıyoruzda fazla, sanırım telefonu bozuk. ve canım kardeşim Murat, benimle acaip uğraşıyor sıpam.elime geçersin elbet kuzu... sorarım sana bunları...
sahuruda arada hazırladım bakalım. aslında ben olsam sadece süt içer yetinirdim.ama kızım için hazırlamak zorunda kaldım. o acıkırım endişesi ile yaşıyor. koca yaz 24 gün tuttu oruç 10 yaşında olan kızım. Rabbim daim eylesin içindeki sevdayı, inancı.. Allah herkese hayırlı olanı nasip etsin. zorlamayı sevmem, saygı duymak en önemli olandır bence.
ve asıl yazmam gereken önemli olayların ikincisini sona bıraktım sanırım. ilki sevgili hastamdı tabiki... ve yıllar öncesinden gelen bir insanı yazıcam şimdi. ben 14 - 15 yaşımdayken bana ciddi ciddi aşık olan, ömürlük seven birisini.. bir yanlış anlaşılma , bir çocukluk hatası yüzünden, hiç sevme, sevilme şansımız olmamıştı. o çok ama çok sevmişti. bana baktığında, sanki tüm dünyası benmişim gibi düşündürürdü. sevgilim değildi,erkek arkadaşım değildi. siyah saçları, yeşil gözleriyle, uzun boyuyla, çok yakışıklı biriydi. bense uzak dururdum ondan her daim. çokta efendiydi, çokta beyefendi, ahlaklı, mahsun, içten, saf biriydi. facebook'ta adını yazdım ve beğeni yaptım paylaşımlarına. ama bunu bir aşk yada sevgi gibi bir hissiyatla yapmadım. ona açıklamam gereken bir hayat kıssası vardı. ve onu aaçıklamakla yükümlüydüm kendimce. şaşırdı, işin tuhafı hala seviyor. ama saygın bir dostluğa merhaba dedik.. sadece arkadaşlık. zamanında olmayan, şimdi asla olmaz. ama eskileri konuşmak gülümsetti ikimizide. okulun önüne az gelmeedim seni bir kez oldun görmek için dedi. evinin önünden çok geçtim dedi. o zamanlar cep telefonu yada internet böyle yaygın değildi elbette. yoktu hatta desek yeridir. çok severdi ama bunu bilirdim. işte öyle... eski bir anının, yansımasıdır bugünlerde tebessüm ettiğim.. dilerim iki cihan saadeti yaşarsın ailenle sevgili Murat... dilerim cennette, eşinle ve çocuklarınla huzurlu bir hayatın olur...
mutlu bayramlar Türkiye'm
saat 03:24'ü gösteriyor saat. bu gece oynadığım 6 wordabula ( scrabble ) dan 5 tanesini kazandım, 1 tanesinde, her ikimizde elimizde taşlarla oyunu bitiremedik. her ikimiz dediğimde, her defasında başbaşka oyuncular oturdu masama. bir kaç zamandır oynadığım oyunlarda genelde kazanıyorum. 3 senelik arkadaşım olan Ali'yi ise dün güzelce yendim. sevgili Ali'yi oyunus.com sitesinden tanırım. çok sevgili dostum gel özledim seni yenmeyi diyerek çıkmıştı yola halbuki ... eee rakibi küçümseme demişler.
bugün yani bu bugün dün oluyor, çok çok kıymetli ve ben de özel olan birisinin geçirdiği ameliyat sonrası ağrı dindirme konusuna eğilim gösterdim. hani, geçirdiği evreleri geçireceğimi düşündükçe hepten deli olacağımı fark ettim. beni bekleyen bir burun ameliyatım var. hiç ama hiç olmak istemediğim bir ameliyat. hayırlısı olsun. bu ameliyatı geçiren sevgili hastamın az daha rahatlaması için, epeyce sordum, soruşturdum. umarım dediklerimi uygulamıştır. ve şu anda umarım derin bir uyku çekiyordur. yanında olamadığım için bağışla... bağışla.. bağışla..
bu akşam, dayımı aradım. sesi o kadar üzgün geliyordu ki, sanki bilinçli bir arama yapmışım gibi olmuştu o esnada. halbuki, içimden gelmişti, dayımı özlemiş aramıştım. moralim bozuk gülüm biliyorsun işte dedi. bildiğim ne ise onu bilmiyordum bence. sonradan fark ettim ki, sevgili dayım, yenilmişliklerine üzgündü. Sivas türküsü söylemek geldi içimden. söyledim de.. dayım iyi insandır, sakin, içtendir, saftır... ( hiç erkekler saf olur mu sorusu geldi aklıma ya ) neyse, üzülme dayı ya dedim, üzülme. sen alış artık, bir kez başlar uğursuzluk dedim. zaten şikecisiniz diye teselli ettim. dayım epey üzgündü üstüne gitmemek adına kapattım telefonu...
bu ait olma isteğidir, bir siyasi parti, bir oluşum, bir taraftarlık, ait olma psikolojisine en iyi örnektir. konuşacak derin konular bulma, bir yerdeyim mesajı verme çabasıdır. fanatik bir taraftar olarak bunu kabul ediyorum. psikoloji merakımdan bunuda öğrenmiştim.
bir bayram daha geldi çattı.. bilen bilir beni, bayramlarla aram iyi değildir. anıların hücum etmesi midir, gurbetlik midir sebep bilinmez.( ki gurbetlik nedir onu önce cevaplamam lazım sanırım ) ama sevmem işte bayramları... umarım güzel geçer bayram... huzurlu, neşeli, adına yakışan bir bayram olur. Allah kesenin kurbanını kabul etsin, kesemeyene nasip etsin, kesmeyenleri ise ( parası varken ) affetsin...
bayram sonrası, doktora gitmeye niyetliyim nasipse. eklemlerime sanki, çivi çakıyorlarmış gibi ağrılar saplanıyor,önce dizlerimde başlayan ağrı uzun zaman devam etti, şimdilerde ise, kollarım, parmaklarımda ağrıyor. ve en kötüsü, kalbim ağrıyor son zamanlarda. hep, sinirsel olsa gerek dediğim ağrının, dedikleri doğruysa ciddi bir hastalığın habercisi imiş.. hayırlısı olsun. nasip her şey...
vizelerim yaklaşıyor, hiç ama hiç çalışmadım. ne yapacağım sorusuna cevabım çok fanatikçe olacak dermişim. GALATASARAY yazıp çıkacağım .. hahahah... şaka bir tarafa, bayram sonrası, kitaplara gömülmek niyetindeyim az da olsa. ne gereksiz ders şu Osmanlıca... ne gereği var, sanki osmanlıca konuşacağız bu saatten sonra. bilgisayar dersi de gereksiz. terimsel olarak çok itici geldi bana. bir de kitaplar akademik bir dille yazıldığından, boğuldum. sanırım bir 12 senede içime sindire sindire bitirim bu okulu. o da yetmez, edebiyattan tiksinirim ve nefret ederim gibi geliyor bana. ileriki dönemlerdeki derslere baktım biraz geçen akşam. Orhun ve Uygur Türkçesi dersleri vardı. aha dedim, normal Türkçe'yi konuştuk ya. onlar eksik kaldı. hadi bu dil, dilimizin temelidir diyelim. Almanca, Fransızca, İngilizce de ne oluyor? eğitim fakültesi bile değiliz yani. öğrenciysen öl diyorlar. kardeşim dünya kadar işim var. bir sınav yeterdi bana. vize final işkencesi nerden çıktı. bana yazık ya. kınıyorum sizi der ve edebiyatı irdeledikçe, yazılanların, çizilenlerin, ciddi manada edebiyattan uzak olduğunu fark etmeye başladım. şu görüyü, tasvip edersem diyee korkuyorum bir gü.. kibirli bir yaklaşım olacak ama, ki ben öyle olduğuna kanaat getirmişimdir her zaman. " sanat, sanat içindir. " belli bir kesim cidden edebiyatı özüyle yazmaya, yapmaya çalıştı mı, kesinlikle ama kesinlikle yazılan, çizilenin kelime cümbüşü olduğunu anlıyor. bu işe cidden gönül verenler fark ediyor sığlıkları. ben mesela, öğretmen olmak için hareket etmediğimden, edebiyatı, sanatsal olarak ele aldığımdan hepten bocalıyorum. yazdıklarıma şiir demiyordum evvelden, şimdi ise yazdıklarıma, ne diyeceğimi düşünüyorum. karalama kelimesi dahi, beni utandırıyor... emeksiz yemek olmaz.. ve emeksiz kelamlar, kalemi yoruyor beyhude yere... hayırlısı olsun bakalım. hayırlısı olsun inşallah
geçenlerde sevgili bir büyüğüm, ( burada bir sevgili büyüğüm olacaktı ) kitabı çıktı TİMAŞ yayınlarından. 1.ci baskısını tez vakitte okumamı istiyordu, görüşlerine ciddi anlamda güveniyorum ve diğer basımları bu doğrultuda hazırlamak istiyorum diye defalarca rica etti. bu nasıl bir onur verici istektir anlatamam. daha okulumun özünü dahi bilmezken, okuma birikimime güveniyordu kıymetli aile dostum, sevgili büyüğüm. onlardan çok şey öğrendim. iyiki girmişler ailecek hayatıma..
başka neler yaptım, alış veriş yaptım kızlarıma,bayramlık aldım. ben gezmeyi çok sevmem.2 yere baktım, uygun, temiz, güzel bir şeyler aldım. çok şükür bunuda alabildik dedim. sevinsinler düşüncesi işte. yoksa ihtiyaç dahilinde değil bayramlıklar. bakalım nasıl geçecek bayramları ? bu bayram uzun zaman sonra, babamla olacağım aksilik çıkmazsa. bayram... bana her gün olan..
uzun zamandır sevgili kız kardeşim Reyhan'la görüşemiyorum, sıkıldım açıkçası. özledim, mesajlaşmıyoruzda fazla, sanırım telefonu bozuk. ve canım kardeşim Murat, benimle acaip uğraşıyor sıpam.elime geçersin elbet kuzu... sorarım sana bunları...
sahuruda arada hazırladım bakalım. aslında ben olsam sadece süt içer yetinirdim.ama kızım için hazırlamak zorunda kaldım. o acıkırım endişesi ile yaşıyor. koca yaz 24 gün tuttu oruç 10 yaşında olan kızım. Rabbim daim eylesin içindeki sevdayı, inancı.. Allah herkese hayırlı olanı nasip etsin. zorlamayı sevmem, saygı duymak en önemli olandır bence.
ve asıl yazmam gereken önemli olayların ikincisini sona bıraktım sanırım. ilki sevgili hastamdı tabiki... ve yıllar öncesinden gelen bir insanı yazıcam şimdi. ben 14 - 15 yaşımdayken bana ciddi ciddi aşık olan, ömürlük seven birisini.. bir yanlış anlaşılma , bir çocukluk hatası yüzünden, hiç sevme, sevilme şansımız olmamıştı. o çok ama çok sevmişti. bana baktığında, sanki tüm dünyası benmişim gibi düşündürürdü. sevgilim değildi,erkek arkadaşım değildi. siyah saçları, yeşil gözleriyle, uzun boyuyla, çok yakışıklı biriydi. bense uzak dururdum ondan her daim. çokta efendiydi, çokta beyefendi, ahlaklı, mahsun, içten, saf biriydi. facebook'ta adını yazdım ve beğeni yaptım paylaşımlarına. ama bunu bir aşk yada sevgi gibi bir hissiyatla yapmadım. ona açıklamam gereken bir hayat kıssası vardı. ve onu aaçıklamakla yükümlüydüm kendimce. şaşırdı, işin tuhafı hala seviyor. ama saygın bir dostluğa merhaba dedik.. sadece arkadaşlık. zamanında olmayan, şimdi asla olmaz. ama eskileri konuşmak gülümsetti ikimizide. okulun önüne az gelmeedim seni bir kez oldun görmek için dedi. evinin önünden çok geçtim dedi. o zamanlar cep telefonu yada internet böyle yaygın değildi elbette. yoktu hatta desek yeridir. çok severdi ama bunu bilirdim. işte öyle... eski bir anının, yansımasıdır bugünlerde tebessüm ettiğim.. dilerim iki cihan saadeti yaşarsın ailenle sevgili Murat... dilerim cennette, eşinle ve çocuklarınla huzurlu bir hayatın olur...
mutlu bayramlar Türkiye'm
2 Kasım 2011 Çarşamba
karma karışığım...
dünden beri içimde bir sıkıntı vardı. dünden beri yorgunluk halim had safhadaydı. gülesim gelmiyordu, keyfim yoktu.. ve akşam akşam içimden bir ses telefonu eline al diyordu. işte o sese uyduğum an, kalbimin fişini çektiler sandım. aradığım numaranın sahibiyle değilde, telefonu açan, tuhaf insanla muhatap olunca, elim ayağıma dolaşdı, nefesim birden düzensizleşti, bir an ne yapacağımı bilemedim. ne yapacaktım aslında, o da ayrı bir konu. az öncee ameliyattan çıktı dedi, sadece ayağından mı ameliyat oldu dedim yoksa burnundan da ameliyat oldu mu? bu telefona çıkan arkadaşı, hala boğmak istiyorum. ne tür bir arıza mıknatısıyım bilmiyorum ama telefonda dahi çektiğimi biliyorum arızalı olanları. ne zaman narkozdan çıkar, kendine gelir diyorum, 1 saat, 1,5 saat sürer dedi. ben sizi o vakit yine rahatsız ederim diyorum. o hala kim olduğumu soruyor. acaba ben siz kimsiniz diye soru sordum mu? fazla meerak neden iyi değildir ki!!!
1 saat sonrayı nasıl ettiğimi, nasıl geçirdiğimi bilmiyorum, dua bile edemedim. ameliyata gireceğini demediği için, daha da çok üzüldüm. heyecan yapıp, meraklanma diye demedim dedi, kendine geldiğinde mesaj atıp, konuşacak hali yoktu sanırım. hiçbir şey diyemedim. teşekkür etmekten başka. kadere bak ki, ilk tanıştığımızda, onun ısrarıyla doktora gitmiştim ve bana burun ve ayaktan ameliyat telkin etmişti doktorlar. ve ben o arada, onun yokluğuna kızıp gitmemiştim. ve o geçeen hafta bir tansiyon rahatsızlığı ile yere düşmüş ve ameliyatlık olmuş. olaya bak, kader ne ağlar örüyor. benim olmam gerekenleri o oluyor. dilerim kalbime yansıyan hastalık ona yansımaz... veda ettim kendisine...
gelelim gelen aya, kasım aayını hiç sevmem. sonbahar mevsimini o denli sevsemde, kasım ayını hiç sevmem nedense...
beynim duracak gibi oluyor bazen, öyle yoruluyorum ki düşüncelerimde, ruhumda. bugün bu sabahta öyleydim. wordabula oynuyorum dağılsın aklım diye.. çok seviyorum kelime oyunlarını. ve tavla,okey, batak vs oyunlarını ise hiç oynamayı bilmiyorum.kumarbaz bir babanın kızı olunca, nefret etmek normal olsa gerek... ve 3 harfim kala yenildim. bir kaç kez yazı yazacağım diye dikkatim dağıldı ama.. iyi oynadık yine de.. seviyorum bu oyunu.2007 de keşfetmiştim. yeni üye alımı uzun zamandır yok. o sebeple kimseyi davet edemiyorum oynamaya.. orada sevdiğim bbir kaç dost kazandım.. batmadji.. yani, nam-ı diğer Muhammed Fatih Batmacı, kadim dostumdu, çokta iyi birisiydi, ve di-li geçmiş zaman diliminde kayboldu gitti. aslında kaybolmazdı, bir gün çok üstüme geldi, kırdıkça kırıldı. tamir olur sandık dostluğumuz bu defa da, başkası için bitti. şimdilerde nişanlı canım arkadaşım, her daim dualarımda ama... çok güzel bir kızla nişanlı.. bana çok yakında oturuyor ama gidemiyorum gönlünü almaya, gönlümü almasına izin veremiyorum. ama dua ediyorum... çok mutlu olsun batmadjim.. beni elektrik çarpmışa döndürürdü oynarken.. öyle fenaydı...
dedim mi ben, kasım ayını hiç sevmediğimi.. dünle birlikte daha da pekişti. biraz sıkıntılı bir zamana giriyorum farkındayım. aşar mıyım? elbette aşarım. neler aşmadık ki, bunuda elbet, Allah'ın izniyle aşarım.
mercan dede dinliyorum, bu dinlediğim tınılar, çok farklı bir sentezden oluşmuş sanki. gerçekten, doğu ve batı karışımı olmuş. bazen dinliyorum, iyi geliyor. sabahta bana iyi gelen fakat ağlatan bir türküyü ney eşliğiyle paylaştım. Kütahya Pınarları... eşsiz bir ney dinletisi.. içime dokunuyor.
masama bir oyuncu oturdu.. nicki, enaniyet.. yani ego.. benlik.. arapçası ile karşıma çıktı. acaba bu bir mesaj mı?
bazen Nora Roberts'ın bir kitabında dediği gibi bakıyorum hayata, herşey bir işarettir anlayana, bir sinyal verir gitmen gereken yön sana.. dünde öyle oldu, içimdeki ses ara dedi, aramamam gereken bir vakitti, aradım ama. benden sakladın ama kalbimi hesaba katmadın dedim...
kim kimin kalbini hesaba katıyor ki? hangi arkadaş, hangi dost, hangi aile bireyi? kim kimin kalbini, kalp diyerek görüyor ki? benim kalbimi oyuncak gören çok... yine Yılmaz Erdoğan ve Ankara şiiri geldi karşıma.. ne şiir ama, ne yorum, ne ruh, ne asalet...
aslında Ankara'yı anlatırken, Hakkari'yi de geziyorsunuz mısralarda.. çok dokunduruyor, düşündürüyor. farklı bir zaviyeden bakmanızı sağlıyor.. ustam işte.. ne desem beyhude..
Allah, telefonum çaldı, birden kapattım refleksle, kızım kartıyla aradı uzun zaman sonra. bugün biz eve geç geleceğim dedi, arkadaşıyla ders çalışacakmış. dersleri iyi şükür. telefonumu eline geçirdi mi bahsettiği arkadaşıyla yarım saat konuşuyor. öldürecek bir gün beni.. geçen günde, küçük, oyun satın almış. bir mesaj geldi, oyunu satın aldığım için teşekkür edip, giriş şifresi veriyordu. delirdim resmen.. ya size ellemeyin demiyor muyum bu telefonu? diyorsun anne. neden elliyorsunuz evladım.. takan yok. şimdi de, aston martine aldım oyunda diyor. hey güzel Rabbim..
Tan ve Ziyan başladı... susarım, sözümü tutarım diyor. bir sözüm var ve ben bu sözü genişlettim. sana yemin sana söz, Ali'm olmayacak.. ve sebebi olmayacaksa, başka sebepte olmayacak...
bu arada oyunumuz 220 ye 140 puanla devam ediyor. ve tabiki enaniyet nickli arkadaşım 140 puan ile beni takip ediyor... şimdi buna enaniyet deniyor.. kendi enaniyetim kabardı maşallah demeyeceğim...
seni özledim diyemeyeceksem, aşık olmanın ne anlamı var?
evet sevgili, seni özledim diyemeyeceksem doya doya, sana aşık olmanın ne anlamı var söylesene bana?
anlam senken, anlam aramanın anlamı mı var? al işte sana cevap ruhsuz... yazacak çok şey var, çok şey.. o kadar çok dolu ki içim. ama uykum var. geç yattım, ağlaya ağlaya yattım. grup 84 söyle adlı şarkıyı dinledim uyumadan evvel.ve Avril Lavigne I love you adlı şarkıyı dinledim. çok güzel bir sözcüktür sevgi sözcüğü.. söylemek bile susturuyor oysa ki beni...
ben sana dayanamam yarim ben sana aldanamam...
tüm vazgeçişlerime bir selam yolluyorum.. birinizden birinize elbet vazgeçmedim diyerek dikilirim karşınıza.. ama o güne dek, hoşçakal vazgeçişim...
desem ne olur ki?
seni çok özledim.. seni çok seviyorum...
1 saat sonrayı nasıl ettiğimi, nasıl geçirdiğimi bilmiyorum, dua bile edemedim. ameliyata gireceğini demediği için, daha da çok üzüldüm. heyecan yapıp, meraklanma diye demedim dedi, kendine geldiğinde mesaj atıp, konuşacak hali yoktu sanırım. hiçbir şey diyemedim. teşekkür etmekten başka. kadere bak ki, ilk tanıştığımızda, onun ısrarıyla doktora gitmiştim ve bana burun ve ayaktan ameliyat telkin etmişti doktorlar. ve ben o arada, onun yokluğuna kızıp gitmemiştim. ve o geçeen hafta bir tansiyon rahatsızlığı ile yere düşmüş ve ameliyatlık olmuş. olaya bak, kader ne ağlar örüyor. benim olmam gerekenleri o oluyor. dilerim kalbime yansıyan hastalık ona yansımaz... veda ettim kendisine...
gelelim gelen aya, kasım aayını hiç sevmem. sonbahar mevsimini o denli sevsemde, kasım ayını hiç sevmem nedense...
beynim duracak gibi oluyor bazen, öyle yoruluyorum ki düşüncelerimde, ruhumda. bugün bu sabahta öyleydim. wordabula oynuyorum dağılsın aklım diye.. çok seviyorum kelime oyunlarını. ve tavla,okey, batak vs oyunlarını ise hiç oynamayı bilmiyorum.kumarbaz bir babanın kızı olunca, nefret etmek normal olsa gerek... ve 3 harfim kala yenildim. bir kaç kez yazı yazacağım diye dikkatim dağıldı ama.. iyi oynadık yine de.. seviyorum bu oyunu.2007 de keşfetmiştim. yeni üye alımı uzun zamandır yok. o sebeple kimseyi davet edemiyorum oynamaya.. orada sevdiğim bbir kaç dost kazandım.. batmadji.. yani, nam-ı diğer Muhammed Fatih Batmacı, kadim dostumdu, çokta iyi birisiydi, ve di-li geçmiş zaman diliminde kayboldu gitti. aslında kaybolmazdı, bir gün çok üstüme geldi, kırdıkça kırıldı. tamir olur sandık dostluğumuz bu defa da, başkası için bitti. şimdilerde nişanlı canım arkadaşım, her daim dualarımda ama... çok güzel bir kızla nişanlı.. bana çok yakında oturuyor ama gidemiyorum gönlünü almaya, gönlümü almasına izin veremiyorum. ama dua ediyorum... çok mutlu olsun batmadjim.. beni elektrik çarpmışa döndürürdü oynarken.. öyle fenaydı...
dedim mi ben, kasım ayını hiç sevmediğimi.. dünle birlikte daha da pekişti. biraz sıkıntılı bir zamana giriyorum farkındayım. aşar mıyım? elbette aşarım. neler aşmadık ki, bunuda elbet, Allah'ın izniyle aşarım.
mercan dede dinliyorum, bu dinlediğim tınılar, çok farklı bir sentezden oluşmuş sanki. gerçekten, doğu ve batı karışımı olmuş. bazen dinliyorum, iyi geliyor. sabahta bana iyi gelen fakat ağlatan bir türküyü ney eşliğiyle paylaştım. Kütahya Pınarları... eşsiz bir ney dinletisi.. içime dokunuyor.
masama bir oyuncu oturdu.. nicki, enaniyet.. yani ego.. benlik.. arapçası ile karşıma çıktı. acaba bu bir mesaj mı?
bazen Nora Roberts'ın bir kitabında dediği gibi bakıyorum hayata, herşey bir işarettir anlayana, bir sinyal verir gitmen gereken yön sana.. dünde öyle oldu, içimdeki ses ara dedi, aramamam gereken bir vakitti, aradım ama. benden sakladın ama kalbimi hesaba katmadın dedim...
kim kimin kalbini hesaba katıyor ki? hangi arkadaş, hangi dost, hangi aile bireyi? kim kimin kalbini, kalp diyerek görüyor ki? benim kalbimi oyuncak gören çok... yine Yılmaz Erdoğan ve Ankara şiiri geldi karşıma.. ne şiir ama, ne yorum, ne ruh, ne asalet...
aslında Ankara'yı anlatırken, Hakkari'yi de geziyorsunuz mısralarda.. çok dokunduruyor, düşündürüyor. farklı bir zaviyeden bakmanızı sağlıyor.. ustam işte.. ne desem beyhude..
Allah, telefonum çaldı, birden kapattım refleksle, kızım kartıyla aradı uzun zaman sonra. bugün biz eve geç geleceğim dedi, arkadaşıyla ders çalışacakmış. dersleri iyi şükür. telefonumu eline geçirdi mi bahsettiği arkadaşıyla yarım saat konuşuyor. öldürecek bir gün beni.. geçen günde, küçük, oyun satın almış. bir mesaj geldi, oyunu satın aldığım için teşekkür edip, giriş şifresi veriyordu. delirdim resmen.. ya size ellemeyin demiyor muyum bu telefonu? diyorsun anne. neden elliyorsunuz evladım.. takan yok. şimdi de, aston martine aldım oyunda diyor. hey güzel Rabbim..
Tan ve Ziyan başladı... susarım, sözümü tutarım diyor. bir sözüm var ve ben bu sözü genişlettim. sana yemin sana söz, Ali'm olmayacak.. ve sebebi olmayacaksa, başka sebepte olmayacak...
bu arada oyunumuz 220 ye 140 puanla devam ediyor. ve tabiki enaniyet nickli arkadaşım 140 puan ile beni takip ediyor... şimdi buna enaniyet deniyor.. kendi enaniyetim kabardı maşallah demeyeceğim...
seni özledim diyemeyeceksem, aşık olmanın ne anlamı var?
evet sevgili, seni özledim diyemeyeceksem doya doya, sana aşık olmanın ne anlamı var söylesene bana?
anlam senken, anlam aramanın anlamı mı var? al işte sana cevap ruhsuz... yazacak çok şey var, çok şey.. o kadar çok dolu ki içim. ama uykum var. geç yattım, ağlaya ağlaya yattım. grup 84 söyle adlı şarkıyı dinledim uyumadan evvel.ve Avril Lavigne I love you adlı şarkıyı dinledim. çok güzel bir sözcüktür sevgi sözcüğü.. söylemek bile susturuyor oysa ki beni...
ben sana dayanamam yarim ben sana aldanamam...
tüm vazgeçişlerime bir selam yolluyorum.. birinizden birinize elbet vazgeçmedim diyerek dikilirim karşınıza.. ama o güne dek, hoşçakal vazgeçişim...
desem ne olur ki?
seni çok özledim.. seni çok seviyorum...
27 Ekim 2011 Perşembe
akşam akşam...
zaman nasılda acımasızca geçiyor.. kaç bin yıllar derken dahi, dile kolay geliyor söylenmesi.. an bile öyle değil mi? hiç anı yakalayamadığınızı, herşeye geç kaldığınızı anladığınız oldu mu? benim oldu. hem de çok oldu. bu yaşa geldim, herkes gibi kayıplarım oldu, herkes gibi yanlışlarım oldu... herkes gibi başarılarım oldu. ama ulaşamadıklarımda çok oldu.. hayıflandığım pişmanlığım ise 2 tane oldu. birisinde herşeyden vazgeçmiştim.. 16 yaşımdaydım.. aslında herşey 14 yaşımda başlamıştı ya.. sonuca bağlamak adına 16 dedim. bir diğerinde de, hiç olmaması gereken birisine aşık olmuştum. hayatımın en büyük 2 hatası işte bunlardır... birisinde vazgeçmişliğim, diğerinde hayata tutunma yanlışımdır..
aşk bir yanlışlık hali değildir aslında, aşk bir var oluşun, bir hayat tecrübesinin ve gülümseyişin adıdır. ama bana ölümün en soğuk haliyle geldi aşk...
o sebeple uzun yıllar inanmadım hayata, aşk denen yalana..
şimdilerde kalbimi yoklayan aşk mı, yanılgı mı onu anlamaya çalışıyorum. istiyor muyum böyle bir şeyi? hayır sanmıyorum.. karşılıksız olması değildir bir aşkın acı kısmı, kirletilmiş olması, yarı yolda bırakmasıdır en kötü ve acımasız yanı... ben onu yaşadım.. yaşamaktan korkuyorum.. karşılıksız sevmekte güzeldir aslında.. bir şeyden eminsindir, sevdiğinden.. sevildiğinden emin olmak ne güzeldir aslında.. emin olduklarımı hiç sevemedim ama...
bugünüde bitirdik işte bir şekilde.. şükürler olsun ki, kötü bir şey olmadı. bugün dışarı çıktım, kulağımda kulaklıklarla, yine kendime bir duvar örmüş buldum kendimi. elime telefonu alıp, müzik dinleyerek gezdim.. hava güzeldi, esiyordu ama ılıktı. sessizlik yoktu yada vardı, ben fark etmedim. Ankara'yı dinliyordum. ve sevdiğim bir kaç şarkıyı. müzik dinlemeyi seviyorum.. mesaj atmak gelmedi içimden yada kimseyi aramak.. kendime yöneldim. kendimle hasbihal etmedim ama.. kendimi dinlersem, bin ah işitecektim ben de kendime sırt çevirdim. bugün okumak için Canan Tan'ın bir eserini aldım, yüreğim seni çok sevdi olmalı adı.. bir kitabını okudum sadece yazarın. birikimli olduğu muhakkak, duyarlıda sanırım, bu kitabında organ naklini işlemiş , bir kitabında eroin konusu vardı. ama derinlik yok.. belki bu kitabında o aradığım ruh derinliğini hissederim. Elif Şafak ise öyle mi? ya benle ruh hali uyuşuyor yada o cidden yüreğe, ruha, hayata dokunuyor.. bilemiyorum artık.. okusam bitiremem dediğim kitaptır, Elif Şafak'ın aşk adlı romanı.. elime sevgili dostum Tuğba'nın tavsiyesi ile aldım. 1 yıl olacak o kitabı okuyalı. ağlaya ağlaya okudum bazı yerlerini. düşündüm okurken, kelimeler beynimde çınladı... öyle dokunaklıydı aşk.. öyle ince, öyle hassas.. bir gece bir gündüz aldım elime. bitirmezsem biterim diye diye okudum. bitince üzüleceğimi bile bile okudum..
bir Aziz Zahara var mıdır acaba? var mıdır ? sevmeyi seven.. aslında bir Aziz Zahara ile karşılaşsam tanır mıyım ki onu? bu da muallakta bırakan bir soru...
bu arada, birisi sizin yokluğunuzu hissetmiyorsa, ansızın aklına gelmiyorsanız, sizi özlemiyorsa... bir Aziz Zahara olsa karşınızda ne çıkar ki... susuyorsam, susuşunadır aşk...
aşk bir yanlışlık hali değildir aslında, aşk bir var oluşun, bir hayat tecrübesinin ve gülümseyişin adıdır. ama bana ölümün en soğuk haliyle geldi aşk...
o sebeple uzun yıllar inanmadım hayata, aşk denen yalana..
şimdilerde kalbimi yoklayan aşk mı, yanılgı mı onu anlamaya çalışıyorum. istiyor muyum böyle bir şeyi? hayır sanmıyorum.. karşılıksız olması değildir bir aşkın acı kısmı, kirletilmiş olması, yarı yolda bırakmasıdır en kötü ve acımasız yanı... ben onu yaşadım.. yaşamaktan korkuyorum.. karşılıksız sevmekte güzeldir aslında.. bir şeyden eminsindir, sevdiğinden.. sevildiğinden emin olmak ne güzeldir aslında.. emin olduklarımı hiç sevemedim ama...
bugünüde bitirdik işte bir şekilde.. şükürler olsun ki, kötü bir şey olmadı. bugün dışarı çıktım, kulağımda kulaklıklarla, yine kendime bir duvar örmüş buldum kendimi. elime telefonu alıp, müzik dinleyerek gezdim.. hava güzeldi, esiyordu ama ılıktı. sessizlik yoktu yada vardı, ben fark etmedim. Ankara'yı dinliyordum. ve sevdiğim bir kaç şarkıyı. müzik dinlemeyi seviyorum.. mesaj atmak gelmedi içimden yada kimseyi aramak.. kendime yöneldim. kendimle hasbihal etmedim ama.. kendimi dinlersem, bin ah işitecektim ben de kendime sırt çevirdim. bugün okumak için Canan Tan'ın bir eserini aldım, yüreğim seni çok sevdi olmalı adı.. bir kitabını okudum sadece yazarın. birikimli olduğu muhakkak, duyarlıda sanırım, bu kitabında organ naklini işlemiş , bir kitabında eroin konusu vardı. ama derinlik yok.. belki bu kitabında o aradığım ruh derinliğini hissederim. Elif Şafak ise öyle mi? ya benle ruh hali uyuşuyor yada o cidden yüreğe, ruha, hayata dokunuyor.. bilemiyorum artık.. okusam bitiremem dediğim kitaptır, Elif Şafak'ın aşk adlı romanı.. elime sevgili dostum Tuğba'nın tavsiyesi ile aldım. 1 yıl olacak o kitabı okuyalı. ağlaya ağlaya okudum bazı yerlerini. düşündüm okurken, kelimeler beynimde çınladı... öyle dokunaklıydı aşk.. öyle ince, öyle hassas.. bir gece bir gündüz aldım elime. bitirmezsem biterim diye diye okudum. bitince üzüleceğimi bile bile okudum..
bir Aziz Zahara var mıdır acaba? var mıdır ? sevmeyi seven.. aslında bir Aziz Zahara ile karşılaşsam tanır mıyım ki onu? bu da muallakta bırakan bir soru...
bu arada, birisi sizin yokluğunuzu hissetmiyorsa, ansızın aklına gelmiyorsanız, sizi özlemiyorsa... bir Aziz Zahara olsa karşınızda ne çıkar ki... susuyorsam, susuşunadır aşk...
26 Ekim 2011 Çarşamba
Ne çok şey yazasım varmış.. ANLAYAMIYORUM...
geldim desem, nasıl bir gelmek bu desen sen de blogcum?
tüm pencereleri kapattım yani, işi, gücü bırakıp sana iç dökmeye geldim. bir kaç gündür ciddi ciddi üstüme geliyorlar. ne oluyor, ne bitiyor anlamaya çalışsamda anlamıyorum. kendi çevremdede , sanal çevremdede aynı hengame devam ediyor. anlayamıyorum açıkçası bazı insanları. bir kaç gündür, aptal yerine koyuyor birisi beni mesela. aptal yerine koyamıyorda, koyduğunu sanıyor. aptalı oynuyor bana, ben de maymun ediyorum onu kendi dünyasında.. ama derin yaralar açıyor içimde fark edemiyor.. umursamazda zaten. kimse masum değildir sözünü tam da onun için söylüyorum... çok uyuyor...
sonrasında, dün bir arkadaş, çokta muhabbetim olmayan ama selamını aldığım bir arkadaş, bir fikir mi almak istedi, beyan mı etmek istedi bilemiyorum, bir mesaj attı, açıkçada fikrimi belirttim. katıldığını söyledi.. sonrasında da bana neden bunu attınız dediğimde, pek laf etmesekte, az çok belli eder kendisini kaliteli insan dedi. sen de kaliteli birisin dedi. teşekkür ettim. herkese karşı böyle saygılı olma dedi, ezen çok olur manasında, ben de, " herkese aynı şekilde saygılı olmadığımı, işine gelmeyene, işte kapı, işte sapı dediğimi ve boşuna oy vermediğimi, oy verdiğim kişinin, herkes rahat yol alsın diye, yollar yaptırdığını söyledim." hâlâ sözlerimin ardındayım.. arada hatır yoksa, kimseye eyvallah etmem. keza saygı kazanılır verilmez düşüncesindeyim. aksi, ukalayımdır ama haksızlık etmeyi sevmem. bu şahısta öylesin dedi, ukala olduğumu tasdik etti, sildim seni dedi. canınız sağ olsun dedim.hayırlı akşamlar diledim. çözmüş değilim insanları bu da varan 2... saygısızlık etseydim anlayabilirdim. keza kişide saygısızlık etmedi.. neyse.. dediğim gibi, kaybım olmaz, kaybı olurum...
bugün birisi beni silmiş, kardeş gibi sevdiğim birisinin sayfasında sohbet arasında geçti, ben de ben silmedim dedim. asılsaydınız bana silerdim,silseydimde hatırlardım dedim. ne asıldınız bana ne de sildim sizi dedim. o da başladı, bir şey derdimde neyse dedi. ben de siz bana asılmadınız iyi okuyun dedim. sizi de silmedim. silenlerinde peşinden koşmam dedim. silmişse silmiştir kaybıyımdır dedim. adam hâlâ, geçenlerde listemi temizliyordum, arada kaynamışsınız dedi.ben de canınız sağ olsun dedim. bu defada, hayatın sillesini yemiş birisi gibi yazmaya başladı. herkes bir şekilde sille yemiş midir hayattan? eveet yemiştir. ve kalktı " ben onuru için yaşayan bir işçi parçasıyım " dedi.. kanım dondu, ekran başında.. anlayamadım önce. ne diyor. ben ona hakaret eetmemişim, ben onun işini zaten bilmiyorum. kişiyide hiç tanımıyorum açıkçası. o kadar büyük bir hakaret gibiydi ki, ben kimim ki, işini bilsem dahi onu küçümseyim? hele de alın teri döken bir emekçiyi.. muhatap aldığıma pişman oldum. sonrada kız gibi davranmış, yorumlarını silmiş. özür dilemek şöyle dursun. bir de 36 yaşımdayım demişti.. anlamıyorum insanları... anlamıyorum...
4-5 gündür tv alıcısı bozuk. ve kaç kez müşteri hizmetlerini aradıysam, bana yetkili servise ücret ödeyeceksiniz diyor. ya kardeşim, 2 senedir üyeyim, her defasında sizin yolladığınız yetkili servisler işini yapmıyor, ödemeyi ben yapıyorum dedim. gene de üzgünlerdi. bu defada çağırdım, bu defa temiz yüzlü bir adam geldi servis çalışanı. baktı alıcıya, ben de şikayetlerimi belirttim uygun bir dille. ve bakın dedim, siz de çalışansınız ama, siz özel para verdiğiniz bir kuruma, hizmet bedeli dışında, almadığınız hizmetin bakım ücretini vermek ister misiniz dedim? bir de üst komşumuz, sinyal almıyor diye, evin önündeki koca çınar ağacını kestirmeye çalışmış (!) yuh ya dedim.. İstanbul burası, bir ot, bir dal bile insanlara batıyor.. zaten üst komşular burunları yere düşse almayacak kadar kibirliler.. insan değiller.. selam almazlar. 2 kez kapılarına tatlı götürdüm. bana mısın demedi kimse. burası İSTANBUL.. komşuluk, selamlaşmak haram... neyse, bir de dedim, bir çalışan vardı adı Cemal.. numarasıda var ben de, beni dolandırdı ilk seferinde, ben anlamak zorunda değilim zaten teknik sorunlardan dedim, ama şahıs beni kandırdı, ek kabloyla 30 lira fazla para aldı dedim. ( bu arada en sevdiğim şiir çalıyor winamp'ta) ( YILMAZ ERDOĞAN ANKARA , eriyebilir miyim ) sonra gelen kişide, boşuna uzatmış kabloyu, gereksiz olmuş dedi dedim. meğer bu adam o kişinin, ekip şefiymiş. herkesi böyle kandıran, kişiliksiz biriymiş. ki ben ilk anladığımda, şikayet edecektim ama iyiye yorup, ekmeğiyle oynamak istemedim. şikayet etmedim. işine son verilecekmiş. aşırı şikayet varmış... insanları anlamıyorum diyorum. 20 lira için bu ne şahsiyetsizlik...?
ve uzak uzak bir akraba, 2 ay önce yaptığı terbiyesizliğe karşın, susmamı beklediler ve en sonunda, ince ince göndermeler yaparak, haddini bildirince sustular. ne araar, ne sorarlar.. dün yanlışlıkla telefondan onlar aranmış, arayanlarda benim akıllı kızlarım.. geri dönmüş mesajla bir şey mi oldu, akşam arayım diye. çabuk ara ben aradım de dedim kızıma. ne arayacağım sizi ya, sağlığımda aramamışsınızda, hastalığımda unutmuşsunuzda.. aslında hiç yapmam bu şeyleri, vefasızlığı sevmem. ben onların yaş günlerini unutmuyorum, hediye alıp gidiyorum, hasta diye duyuyorum, geçmiş olsun diye arıyorum. ders çalışsın diye, misafirlerini ben ağırlıyorum. kızlarıma hakaret ediyorlar, eziyorlar. yine susuyorum. kalkmış susmamı bekliyorlar. bir de hiçbir şeyi unutmuyorsun, ne gerek var diyorlar? onlara harcadığım zamana mı, 5 kuruşa mı acıyayım? insan yerine koyduğuma mı yanayım çözemedim açıkçası. ama bildiğim kızlarım çok şükür sahipsiz değil... anlamıyorum, kızlarım bir de onların 1. ci derece yakınları...
ders çalışmam laazım bu aralar, aralıkta sınavlarım var, ağrılarım iyiden iyiye arttı ve ben ne yapacağım bilmiyorum. birisi doktor demesin ne olur... delirecem. güvenmiyorum, yıllarca yok yere ilaç yazıp, ilgilenmediler, şimdi de ben inanmak istiyorum inanamıyorum. gideceğim ama öyle gözüküyor yani.. hayırlısı olsun bakalım...
bir de, sanal alemin komedisi var. neden fotoğrafını yayımlamıyorsun? neden bu tavır? karddeşim bu bir tercih meselesi neden anlamıyorsunuz? yok cesaretsizsin, yüzsüzsün, bir kez görsek ne olur, çok iddialısın, yayınlarım bu defa, kaydeden hadsizler, asılan karaktersizler, güzszselsini itici şekilde söyleyen sünepeler... ya siz adam değilseniz, ben neden korkak olayım? ben korkmam? hele de sanal aslanlardan hiç korkmam. kaldı ki ben çevremdende korkmam. laf ebesiyimdir ama iki yüzlü değilimdir.. sevmem kaardeşim, dengesizde olabilirim, ama yalandan haz etmem.. neysem oyumdur.. işinize gelmiyor mu?
İŞTE KAPI , İŞTE SAPI...
bugünlerde üstüme geliyorlar.. gideceğim sanırım... bir süre yoklara karışasım var.. kardeşlerim olmasa, Murat ve Reyhan olmasa .. onlarsız gülemem ben ya. iyi şeylerde var.. 18 kasımda alacakaranlık şafak vakti izyona giriyormuş.. inşallah seyretmek nasip olur. film kalitesi sıfır.. ama kitap harikaaaaa.özellikle serinin ilk kitabı enfes bence.. fantastik bir eser olması ise daha hoş olmuş, aşkın canlı, kanlı hali... Hatice'mle gitmeyi planlıyorum.. o demiş, bense gerçeğe dönüştürmek istiyorum bakalım :) inşallah diyorum... inşallah... bugün kitabı çıkan değerli bir büyüğüm olan abim , Kemal Küçüktekin, özellikle eleştirini bekliyorum şiirime dedi.. O kadar onur duydum ki anlatamam.. insan böyle anlarda ne mutlu oluyor.. Edebiyat aşkın, kaleminin mürekkebi ve yüreğinin güzelliği daim olsun abim..
Gökçe kız girdi hayatıma bu aralar, çok çok değerli bir kız.. çok çok özel bir yüreği var. kırık bir kalbi var. güven pahalı bir duygudur derim hep.. bunu pahalı şekliyle ödemiş.. ben gibi.. ayrı şekilde yaşantılar ama acılar aynı... Adana'da bir de bu Gökçe kız.. doğduğum şehirde.. felsefe okuyor.. ve Diyarbakır'lı.. mutlu ol gül yüreklim...
Sinem'imin kocaman sevgisi var bana karşı ve karşılıklı... sevgisini hissetmek yüreğimi ısıtıyor.. seviliyorsun.. Eric sana anladın sen onu canım ..
yeni bir dost ediniyorum bu aralar, kendisi bir akademisyen... çok değerli bir hanım, sevgili Hilal, akıl hocam diyeyim kendisine.. gülümseyen yüzüm oldun, teşekkür ederim canım.. hayat bu, inşa etmekle geçiyor. sen de inşa et mutluluk dolu bir hayat kendine.. sessizleri oynuyorum sayende.ama memnuniyetle.
dün 20 senelik dostumla konuştuk uzun uzun kaçtır arıyorum açmıyorsun dedi. geçen aradığında, sesim yoktu ya dedim. konuşmak işkenceydi bana.. özlemişim ya, çok özlemişim.. acilen Bursa'ya gitmem lazım... hem de en acilinden. çok özledim dostlarımı... dayımı da özledim. kuzenle uğraşmak istiyorum uzun uzun... kuzenim 14 yaş küçük benden, kocaman delikanlı oldu kerata.. yakışıklı bir kerata hem de. malesef fenerli. demiş miydim, ailemde ki tek GALATASARAY lı benim. anne tarafımda yani... elhamdülillah...
bir de nazar boncuğu olayı var.. sevgili Seyyah çok kırdın çok, yersiz kıran yersiz kırılır.. yorum dahi yapmak gelmiyor içimden.. anlamıyorum dedim ya.. anlamıyorum...
ne vardı bir de, bir deprem oldu ülkemde.. oraya gelemedim değil mi? aslında başından beri yazmak istiyorum.. ama şehitlerle, deprem olayına gelemedim 2 seferdir.. gelemedim.. gelemedim.. unutmadım.. yazamadım.. utandım.. Kürt bir baba, Türk bir anneden dünyaya geldim.. ama şimdilerde, Kürt olmaktan ve Türk olmaktan ötesi düştü bana.. insan olmayı özledim ben ya... insan görmeyi de özledim.. insanlığımız öldü.. başımız sağ olsun...
bir de anestezi diyorum.. doktor diyorum.. ben ne diyorum?
tüm pencereleri kapattım yani, işi, gücü bırakıp sana iç dökmeye geldim. bir kaç gündür ciddi ciddi üstüme geliyorlar. ne oluyor, ne bitiyor anlamaya çalışsamda anlamıyorum. kendi çevremdede , sanal çevremdede aynı hengame devam ediyor. anlayamıyorum açıkçası bazı insanları. bir kaç gündür, aptal yerine koyuyor birisi beni mesela. aptal yerine koyamıyorda, koyduğunu sanıyor. aptalı oynuyor bana, ben de maymun ediyorum onu kendi dünyasında.. ama derin yaralar açıyor içimde fark edemiyor.. umursamazda zaten. kimse masum değildir sözünü tam da onun için söylüyorum... çok uyuyor...
sonrasında, dün bir arkadaş, çokta muhabbetim olmayan ama selamını aldığım bir arkadaş, bir fikir mi almak istedi, beyan mı etmek istedi bilemiyorum, bir mesaj attı, açıkçada fikrimi belirttim. katıldığını söyledi.. sonrasında da bana neden bunu attınız dediğimde, pek laf etmesekte, az çok belli eder kendisini kaliteli insan dedi. sen de kaliteli birisin dedi. teşekkür ettim. herkese karşı böyle saygılı olma dedi, ezen çok olur manasında, ben de, " herkese aynı şekilde saygılı olmadığımı, işine gelmeyene, işte kapı, işte sapı dediğimi ve boşuna oy vermediğimi, oy verdiğim kişinin, herkes rahat yol alsın diye, yollar yaptırdığını söyledim." hâlâ sözlerimin ardındayım.. arada hatır yoksa, kimseye eyvallah etmem. keza saygı kazanılır verilmez düşüncesindeyim. aksi, ukalayımdır ama haksızlık etmeyi sevmem. bu şahısta öylesin dedi, ukala olduğumu tasdik etti, sildim seni dedi. canınız sağ olsun dedim.hayırlı akşamlar diledim. çözmüş değilim insanları bu da varan 2... saygısızlık etseydim anlayabilirdim. keza kişide saygısızlık etmedi.. neyse.. dediğim gibi, kaybım olmaz, kaybı olurum...
bugün birisi beni silmiş, kardeş gibi sevdiğim birisinin sayfasında sohbet arasında geçti, ben de ben silmedim dedim. asılsaydınız bana silerdim,silseydimde hatırlardım dedim. ne asıldınız bana ne de sildim sizi dedim. o da başladı, bir şey derdimde neyse dedi. ben de siz bana asılmadınız iyi okuyun dedim. sizi de silmedim. silenlerinde peşinden koşmam dedim. silmişse silmiştir kaybıyımdır dedim. adam hâlâ, geçenlerde listemi temizliyordum, arada kaynamışsınız dedi.ben de canınız sağ olsun dedim. bu defada, hayatın sillesini yemiş birisi gibi yazmaya başladı. herkes bir şekilde sille yemiş midir hayattan? eveet yemiştir. ve kalktı " ben onuru için yaşayan bir işçi parçasıyım " dedi.. kanım dondu, ekran başında.. anlayamadım önce. ne diyor. ben ona hakaret eetmemişim, ben onun işini zaten bilmiyorum. kişiyide hiç tanımıyorum açıkçası. o kadar büyük bir hakaret gibiydi ki, ben kimim ki, işini bilsem dahi onu küçümseyim? hele de alın teri döken bir emekçiyi.. muhatap aldığıma pişman oldum. sonrada kız gibi davranmış, yorumlarını silmiş. özür dilemek şöyle dursun. bir de 36 yaşımdayım demişti.. anlamıyorum insanları... anlamıyorum...
4-5 gündür tv alıcısı bozuk. ve kaç kez müşteri hizmetlerini aradıysam, bana yetkili servise ücret ödeyeceksiniz diyor. ya kardeşim, 2 senedir üyeyim, her defasında sizin yolladığınız yetkili servisler işini yapmıyor, ödemeyi ben yapıyorum dedim. gene de üzgünlerdi. bu defada çağırdım, bu defa temiz yüzlü bir adam geldi servis çalışanı. baktı alıcıya, ben de şikayetlerimi belirttim uygun bir dille. ve bakın dedim, siz de çalışansınız ama, siz özel para verdiğiniz bir kuruma, hizmet bedeli dışında, almadığınız hizmetin bakım ücretini vermek ister misiniz dedim? bir de üst komşumuz, sinyal almıyor diye, evin önündeki koca çınar ağacını kestirmeye çalışmış (!) yuh ya dedim.. İstanbul burası, bir ot, bir dal bile insanlara batıyor.. zaten üst komşular burunları yere düşse almayacak kadar kibirliler.. insan değiller.. selam almazlar. 2 kez kapılarına tatlı götürdüm. bana mısın demedi kimse. burası İSTANBUL.. komşuluk, selamlaşmak haram... neyse, bir de dedim, bir çalışan vardı adı Cemal.. numarasıda var ben de, beni dolandırdı ilk seferinde, ben anlamak zorunda değilim zaten teknik sorunlardan dedim, ama şahıs beni kandırdı, ek kabloyla 30 lira fazla para aldı dedim. ( bu arada en sevdiğim şiir çalıyor winamp'ta) ( YILMAZ ERDOĞAN ANKARA , eriyebilir miyim ) sonra gelen kişide, boşuna uzatmış kabloyu, gereksiz olmuş dedi dedim. meğer bu adam o kişinin, ekip şefiymiş. herkesi böyle kandıran, kişiliksiz biriymiş. ki ben ilk anladığımda, şikayet edecektim ama iyiye yorup, ekmeğiyle oynamak istemedim. şikayet etmedim. işine son verilecekmiş. aşırı şikayet varmış... insanları anlamıyorum diyorum. 20 lira için bu ne şahsiyetsizlik...?
ve uzak uzak bir akraba, 2 ay önce yaptığı terbiyesizliğe karşın, susmamı beklediler ve en sonunda, ince ince göndermeler yaparak, haddini bildirince sustular. ne araar, ne sorarlar.. dün yanlışlıkla telefondan onlar aranmış, arayanlarda benim akıllı kızlarım.. geri dönmüş mesajla bir şey mi oldu, akşam arayım diye. çabuk ara ben aradım de dedim kızıma. ne arayacağım sizi ya, sağlığımda aramamışsınızda, hastalığımda unutmuşsunuzda.. aslında hiç yapmam bu şeyleri, vefasızlığı sevmem. ben onların yaş günlerini unutmuyorum, hediye alıp gidiyorum, hasta diye duyuyorum, geçmiş olsun diye arıyorum. ders çalışsın diye, misafirlerini ben ağırlıyorum. kızlarıma hakaret ediyorlar, eziyorlar. yine susuyorum. kalkmış susmamı bekliyorlar. bir de hiçbir şeyi unutmuyorsun, ne gerek var diyorlar? onlara harcadığım zamana mı, 5 kuruşa mı acıyayım? insan yerine koyduğuma mı yanayım çözemedim açıkçası. ama bildiğim kızlarım çok şükür sahipsiz değil... anlamıyorum, kızlarım bir de onların 1. ci derece yakınları...
ders çalışmam laazım bu aralar, aralıkta sınavlarım var, ağrılarım iyiden iyiye arttı ve ben ne yapacağım bilmiyorum. birisi doktor demesin ne olur... delirecem. güvenmiyorum, yıllarca yok yere ilaç yazıp, ilgilenmediler, şimdi de ben inanmak istiyorum inanamıyorum. gideceğim ama öyle gözüküyor yani.. hayırlısı olsun bakalım...
bir de, sanal alemin komedisi var. neden fotoğrafını yayımlamıyorsun? neden bu tavır? karddeşim bu bir tercih meselesi neden anlamıyorsunuz? yok cesaretsizsin, yüzsüzsün, bir kez görsek ne olur, çok iddialısın, yayınlarım bu defa, kaydeden hadsizler, asılan karaktersizler, güzszselsini itici şekilde söyleyen sünepeler... ya siz adam değilseniz, ben neden korkak olayım? ben korkmam? hele de sanal aslanlardan hiç korkmam. kaldı ki ben çevremdende korkmam. laf ebesiyimdir ama iki yüzlü değilimdir.. sevmem kaardeşim, dengesizde olabilirim, ama yalandan haz etmem.. neysem oyumdur.. işinize gelmiyor mu?
İŞTE KAPI , İŞTE SAPI...
bugünlerde üstüme geliyorlar.. gideceğim sanırım... bir süre yoklara karışasım var.. kardeşlerim olmasa, Murat ve Reyhan olmasa .. onlarsız gülemem ben ya. iyi şeylerde var.. 18 kasımda alacakaranlık şafak vakti izyona giriyormuş.. inşallah seyretmek nasip olur. film kalitesi sıfır.. ama kitap harikaaaaa.özellikle serinin ilk kitabı enfes bence.. fantastik bir eser olması ise daha hoş olmuş, aşkın canlı, kanlı hali... Hatice'mle gitmeyi planlıyorum.. o demiş, bense gerçeğe dönüştürmek istiyorum bakalım :) inşallah diyorum... inşallah... bugün kitabı çıkan değerli bir büyüğüm olan abim , Kemal Küçüktekin, özellikle eleştirini bekliyorum şiirime dedi.. O kadar onur duydum ki anlatamam.. insan böyle anlarda ne mutlu oluyor.. Edebiyat aşkın, kaleminin mürekkebi ve yüreğinin güzelliği daim olsun abim..
Gökçe kız girdi hayatıma bu aralar, çok çok değerli bir kız.. çok çok özel bir yüreği var. kırık bir kalbi var. güven pahalı bir duygudur derim hep.. bunu pahalı şekliyle ödemiş.. ben gibi.. ayrı şekilde yaşantılar ama acılar aynı... Adana'da bir de bu Gökçe kız.. doğduğum şehirde.. felsefe okuyor.. ve Diyarbakır'lı.. mutlu ol gül yüreklim...
Sinem'imin kocaman sevgisi var bana karşı ve karşılıklı... sevgisini hissetmek yüreğimi ısıtıyor.. seviliyorsun.. Eric sana anladın sen onu canım ..
yeni bir dost ediniyorum bu aralar, kendisi bir akademisyen... çok değerli bir hanım, sevgili Hilal, akıl hocam diyeyim kendisine.. gülümseyen yüzüm oldun, teşekkür ederim canım.. hayat bu, inşa etmekle geçiyor. sen de inşa et mutluluk dolu bir hayat kendine.. sessizleri oynuyorum sayende.ama memnuniyetle.
dün 20 senelik dostumla konuştuk uzun uzun kaçtır arıyorum açmıyorsun dedi. geçen aradığında, sesim yoktu ya dedim. konuşmak işkenceydi bana.. özlemişim ya, çok özlemişim.. acilen Bursa'ya gitmem lazım... hem de en acilinden. çok özledim dostlarımı... dayımı da özledim. kuzenle uğraşmak istiyorum uzun uzun... kuzenim 14 yaş küçük benden, kocaman delikanlı oldu kerata.. yakışıklı bir kerata hem de. malesef fenerli. demiş miydim, ailemde ki tek GALATASARAY lı benim. anne tarafımda yani... elhamdülillah...
bir de nazar boncuğu olayı var.. sevgili Seyyah çok kırdın çok, yersiz kıran yersiz kırılır.. yorum dahi yapmak gelmiyor içimden.. anlamıyorum dedim ya.. anlamıyorum...
ne vardı bir de, bir deprem oldu ülkemde.. oraya gelemedim değil mi? aslında başından beri yazmak istiyorum.. ama şehitlerle, deprem olayına gelemedim 2 seferdir.. gelemedim.. gelemedim.. unutmadım.. yazamadım.. utandım.. Kürt bir baba, Türk bir anneden dünyaya geldim.. ama şimdilerde, Kürt olmaktan ve Türk olmaktan ötesi düştü bana.. insan olmayı özledim ben ya... insan görmeyi de özledim.. insanlığımız öldü.. başımız sağ olsun...
bir de anestezi diyorum.. doktor diyorum.. ben ne diyorum?
22 Ekim 2011 Cumartesi
öylesine, böylesine... içimden geldiği gibi işte
kaç gündür yazmıyorum sanırım, yazacak çok şey var... hem de çok acı var... değinmek istiyorum ama elim gitmiyor.. susuyorum.. utanıyorum... belki yazarım belki yüreğim dile gelir acımız adına... ama belkilerden yana kullanıyorum yazma hakkımı... şimdilik....
mide bulantılarından cidden bıktım. sebebini az çok tahmin edebiliyorum, çözüm olmayışına ise deliriyorum.delirmek işte yanıma kâr kalan... bu hafta neler oldu... bu hafta çok şey oldu... ummadığım şeyler oldu mesela.. beni gülümseten, mutlu eden, düşündüren.. ağlatan kısmına gelemiyorum ama.. elim gitmesin istiyorum.. ölümü yazmak zoruma gitmiyor.. bilakis , ben her daim dile getiririm. eninde sonunda öleceğiz , bu kadar çaba niye diye sorgularım.. ama bu kez yüreğe dokunan ölümün adı, vatan sevdası... dedim ya susa kalıyorum...
ansızın biten bir masalın, biterken, kırıkları yüreğime batan masalımın, yeniden vuku bulmasıydı beni böyle gülümseten ve düşündüren... yine biteceğini bildiğim masalımın, yetinmesini bileni rolü düştü yine bana. sükût ediyorum, sessizlik yalanına yol gösteriyorum. çok çok söylemler birikti içimde, aşk'a dair, gitmelere dair.. biz olmadığımız için, bize dair diyemiyorum ama...
biliyorum ki, karşımdaki insan için değerliyim, değerlim olduğunuda biliyor.. ama varlığını, varlığıma ekleyemiyorum.. derdine derman olamıyorum.. o zaman ne önemi var ki sevmenin diye bir soru çıkıyor karşıma... bugün, aylar öncesi geldi aklıma... dünyanın simsiyah bir yalandan ibaret olduğunu düşündüğüm vakitler geldi aklıma.. gülmez olduğum, güvenimi yitirdiğim vakitler.. o vakitler tanıdığım Zafer ve söylemleri, Mevlana sevgisi, umutları, inancı, fark etmeden güldürdüğü geldi aklıma... dost dedim böyle olur... ve şimdilerde güldürmeyeceğini bildiğim bir masal dinliyorum kendimden... herkesten, herşeyden uzak duruyorum. kırılmaktan korktuğumdan değil, ona zaten hazırlıklıyım.. acaba hazırlıklı mıyım? her defasında kırılan ben oluyorsam hazırım sanmamda normal olsa gerek... ve bu defa açılan yaralarımı, Zafer yada başka bir dostu dinleyerek sarmayacağım. bırakacağım kanasın... kendime gömülme vakti vakit.. kendi dünyamı döndürme ve durdurma zamanı...
aşk yetinmeyi bilmektir aslında... nedense hep ben yetinmek durumundayım. yanlışlığından mı? yanlış olan ben olduğumdan mı bilmiyorum...
işin özü, sözlerimi yitiriyorum... sözsüz şiirler fısıldamaz oldum rüzgâra, sevgilinin kulaklarına fısıldasın diye, seni seviyorum diyede, geceye seslenmiyorum... dedim ya, lâl olma sevdasına düştüm... karşılığı yok diye belki de... en kötüsü karşılığı olmayan aşk değildir. en kötüsü, sizi yarı yolda koyacak olanı sevmenizdir... aşk'ınıza leke düşürendir... karşılıksız diye aşk'tan vazgeçemezsiniz... sabretmekte beyhudedir.. ama siz acı çekmeyi seversiniz.. siz kutsamayı seversiniz aşk'ı... benimkiside o misal.. umut yok, vuslat yok,o yok... ama var işte solumda... duruyor öylece orada.. sızlatsa da... yetiyor bana....
offf çekesim var, offf lardan bir dağı değil, yüreğimi yıkasım var... gülüşünü seviyorum... yokluğunda tükendiğim kadar... aynı gökyüzü altında olmasakta, aynı vatan toprağında nefes alıyoruz ya, yetiyor sanırım bu da bana.... susuyorsam susuşuna... susuyorsam benim olmayışına.. susuyorsam senin olduğumu anlamayışına...
mide bulantılarından cidden bıktım. sebebini az çok tahmin edebiliyorum, çözüm olmayışına ise deliriyorum.delirmek işte yanıma kâr kalan... bu hafta neler oldu... bu hafta çok şey oldu... ummadığım şeyler oldu mesela.. beni gülümseten, mutlu eden, düşündüren.. ağlatan kısmına gelemiyorum ama.. elim gitmesin istiyorum.. ölümü yazmak zoruma gitmiyor.. bilakis , ben her daim dile getiririm. eninde sonunda öleceğiz , bu kadar çaba niye diye sorgularım.. ama bu kez yüreğe dokunan ölümün adı, vatan sevdası... dedim ya susa kalıyorum...
ansızın biten bir masalın, biterken, kırıkları yüreğime batan masalımın, yeniden vuku bulmasıydı beni böyle gülümseten ve düşündüren... yine biteceğini bildiğim masalımın, yetinmesini bileni rolü düştü yine bana. sükût ediyorum, sessizlik yalanına yol gösteriyorum. çok çok söylemler birikti içimde, aşk'a dair, gitmelere dair.. biz olmadığımız için, bize dair diyemiyorum ama...
biliyorum ki, karşımdaki insan için değerliyim, değerlim olduğunuda biliyor.. ama varlığını, varlığıma ekleyemiyorum.. derdine derman olamıyorum.. o zaman ne önemi var ki sevmenin diye bir soru çıkıyor karşıma... bugün, aylar öncesi geldi aklıma... dünyanın simsiyah bir yalandan ibaret olduğunu düşündüğüm vakitler geldi aklıma.. gülmez olduğum, güvenimi yitirdiğim vakitler.. o vakitler tanıdığım Zafer ve söylemleri, Mevlana sevgisi, umutları, inancı, fark etmeden güldürdüğü geldi aklıma... dost dedim böyle olur... ve şimdilerde güldürmeyeceğini bildiğim bir masal dinliyorum kendimden... herkesten, herşeyden uzak duruyorum. kırılmaktan korktuğumdan değil, ona zaten hazırlıklıyım.. acaba hazırlıklı mıyım? her defasında kırılan ben oluyorsam hazırım sanmamda normal olsa gerek... ve bu defa açılan yaralarımı, Zafer yada başka bir dostu dinleyerek sarmayacağım. bırakacağım kanasın... kendime gömülme vakti vakit.. kendi dünyamı döndürme ve durdurma zamanı...
aşk yetinmeyi bilmektir aslında... nedense hep ben yetinmek durumundayım. yanlışlığından mı? yanlış olan ben olduğumdan mı bilmiyorum...
işin özü, sözlerimi yitiriyorum... sözsüz şiirler fısıldamaz oldum rüzgâra, sevgilinin kulaklarına fısıldasın diye, seni seviyorum diyede, geceye seslenmiyorum... dedim ya, lâl olma sevdasına düştüm... karşılığı yok diye belki de... en kötüsü karşılığı olmayan aşk değildir. en kötüsü, sizi yarı yolda koyacak olanı sevmenizdir... aşk'ınıza leke düşürendir... karşılıksız diye aşk'tan vazgeçemezsiniz... sabretmekte beyhudedir.. ama siz acı çekmeyi seversiniz.. siz kutsamayı seversiniz aşk'ı... benimkiside o misal.. umut yok, vuslat yok,o yok... ama var işte solumda... duruyor öylece orada.. sızlatsa da... yetiyor bana....
offf çekesim var, offf lardan bir dağı değil, yüreğimi yıkasım var... gülüşünü seviyorum... yokluğunda tükendiğim kadar... aynı gökyüzü altında olmasakta, aynı vatan toprağında nefes alıyoruz ya, yetiyor sanırım bu da bana.... susuyorsam susuşuna... susuyorsam benim olmayışına.. susuyorsam senin olduğumu anlamayışına...
16 Ekim 2011 Pazar
Bugün herşeye uzandı yüreğim...
Tam bir sonbahar günü bugün, hava soğuk, yağışlı yani hava grilerle kaplı… geçen gün tekrar seyrettim haberlerde, uzman birisi çıkmış, kapalı havaların kesinlikle depresyon etkisi yaptığından bahsediyor.. her gün yarım saatlik güneşli havada yürüyüş yapmak ruha anlam katıyormuş. Derin bir anlam saklı belki de bu açıklamalarda. Ben de ya bir terslik var ya da bu insanlar, Sonbahar’ın özel oluşunun, sırrına erememişler.. 2.ci şık daha geçerli, ilki gerçek bile olsa… diğer şık hükmünü yitiremez. Çünkü yağmurdur hayatı arındıran…
Sabah sabah kendime gelemedim diye bir itirafım olmayacak, uyanalı epey oluyor. Hala hastayım, hala yorgunum ama uykulu değilim.. sayfamı açtığımda, çok hoş bir duvar yazısı vardı duvarımda.. yazan sağ olsun, muhtemelen yazan insan, bu yazdıklarımı okumayacak. Telefondan bağlanıyor ve sayfamı not defteri gibi kullanıyorum diyor.. ilginç şekilde kalemi çok dokunuyor insana.. benzetmeleri, sözleri çok derin. Böylesine yazanın ruhu da derindir değil mi? Öyle olmalı ya da… ben öyle hissetmiyorum ama.. tanımıyorum şahsen, tanımaya da kalkmıyorum. Kimseyi tanıyamazsınız bilgisayar başında.. yüz yüze baktığınızı tanımıyorken, sihirli ekranın arkasında kimseyi tanıyamazsınız. Herkes olmak istediği kişi olur, olmasını istediğiniz kişiyi bulursunuz.
Bu sabah hava güzel, karanlık, gri… ruhum aydınlık ama..
“ Senin yüreğin benim için biçilmiş bir imtihan..! EY YAR “
Bahsettiğim kişinin sözü bu da, az önce sayfama yazmış… ne kadar derin değil mi? Ya kelimelerin oyuncak olduğunu biliyor ya da derinlerde bir kelam efendisi yatıyor.. bunları kitaplara dökmesini dilerdim.. bilmem kolay kolay yazılandan etkilenmediğimdendir belki de… sen yaz, ben okuyayım diyorum… sessizce söylüyorum, kalem duyarsa, kelam dile gelir diye..
Dün akşam çok çok çok özel bir film seyrettim. 2010 yapımı, harika bir film. Bir aşk filmi, ilk aşkın filmini.. adı da buydu; “ ilk aşk “… o kadar masum, o kadar yalındı ki… hem bir kızın, hem bir oğlanın gözünden sunmuşlardı aşkı.. çocukken gözlerine bakıp başlamıştı kızın aşkı… bilirim öyle bir çocukluk aşkım vardı.. gözleri mavi, saçları sarı bir çocuğa aşıktım… benden bir yaş büyüktü sanırım.. abi demek zorundaydım ona, akrabam değildi, ama annesi abi dedirtmişti bize ilk tanıştığımızda… nerden geldi aklıma değil mi? En masum olanıdır o yaşlardaki hisler… onu göreyim diye teneffüste sınıfının önüne gitmeler… nereden nereye.. aşk değildi o elbette.. 6-7 yaşında duyulan his aşk olabilir miydi ki? Beni seven bir arkadaşım varmış, 2.ci sınıfta fark etmiştim. Evime dek takip etmişti beni. Yetmemişti, kapımı çalıp içeri gelmek istemişti. Kovmuştum onu.. sevmiyordum ve istemiyordum onu.. karlı bir İstanbul günüydü, üzülmüştüm de… nereden neler geldi aklıma. Bir filmle başladı sanırım anılarım… sarı saçlı mavi gözlü bir Bursa’lıydı. Bizse İstanbul’daydık.. kaderim Bursa ile açıldı sanırım.. çocukluk güzel şeydi, ama benim çocukluğum o kadar güzel değildi. Neyse..
Şu anda dünya kadar işim var ve ben bilgisayar başında yazı yazıyorum. Arkadaşlarla buluşacağım bugün kısmetse.. hayırlısı olsun inşallah..
Ve Ekim de bitiyor…
Kasım ayını o kadar sevmiyorum. Bilmem neden, erkek kardeşimin doğum günü olduğundan mı ki? Şaka bir tarafa, erkek kardeşimle aramızda 2 yaş var ve belli bir yaştan sonra hiç anlaşamadık. Buna arkadaşlarımız arttıkça, paylaşımlarımızın azalması sebep oldu tabi. Büyüyorduk o erkek çocuğuydu. Kızları var şimdi 2 tane kızı var. Kuzularımın biriside 18 kasım doğumlu, diğeri ben gibi eylül doğumlu… Allah kaderlerini güzel yazsın bacımın…
Bu arada şaka bir tarafa, sözlerini severek okuduğum kişi, ciddi konulardan bahsediyor. Üstünü teğet geçmekte fayda görüyorum. Kime dokunsam ya ben bilmeden canını yakıyorum, ya o bilerek canımı yakıyor.. en iyisi mi uzak durmak herkesten… bunu bilir bunu söylerim. Kırıklarım çok yakıyor canımı… kalbin boş olması iyidir.. hayat bir sınavsa, fani cevaplar içinde tek cevabım GALATASARAY olur sınavdan çıkarım..
Ayşe.. bu isimin yokluğu, kırmışlığı hala canımı acıtıyor. Hayat işte.. kahpelikleri bir kelimeden ibaret, kıvılcımı bir yangından öte…
Ömrümü bir kelime ile özetlersem, kayıp.. derdim.. kayıplarla dolu, kayıplarımla dolu.. cenneti kaybedişim,güvenimi kaybedişim, kendi benliğimi kaybedişimle dolu.. hayal kuramaz oldum, hayal demek ben de, ölümle eş değerde.. fazlası ciddi ciddi korkutur beni.. bir İngiltere sevdam vardı, hala var, hala umudum var, gerçeklik payı olan korkularımda var.. ama gerçekleşmediğinde üzmeyecek beni .. yıkmayacak.. o sebeple bu bir düşün en masum hali…
Sevmeyi unuttum sanırım.. sevmeler var ya, bir insanı sevmenin ötesinde olan.. onları unuttum.. değer vermekle, sevmeyi karıştırmak var.. ben bunun arasındaki, ince çizgiyi aşmamaya çalışıyorum… aşarsam beni aşarlar velhasıl kelam…
Bazı konularda yürümeyi öğreniyorum bu sıralar. İtiraf etmem gerekirse, bilmediğim adımlar atıyorum. Düşüyorum, kalkıyorum. Ama ben oluyorum her defasında.. ben düşsemde, ben beni kaldırıyorum ayağa.. hep böyleydi.. böyle de gidecek sanırım
Önümüzdeki haftalarda nasipse, Burcuşumu ziyarete gideceğim evine,ev hediyemle birlikte. Evleneli 3 ay olacak kısmetse. Rabbim hayırlı mutlu bir evlilik hayatı nasip etsin inşallah. Çok özledim onu ve Fatma’yı..
Ders çalışmaya başlamam lazım, kafam durmuş vaziyette.. Yığınla işim var, yığınla zamanım yok. Belki de bugün son nefes dediğimizi alıp vereceğim bilemiyorum elbette. Bilemediğimiz için hayat çekilir ya. Bilseydik zorlanırdık yaşamakta..
Veda vakti günlük, nerden nereye neler neler karaladım. Bu aralar birilerinden bahsetmek istiyorum. Adı Berna olan hemşehrimden, bana desteğinden, sevgili arkadaşım Eda’dan bahsetmek istiyorum. İkisi de birbirinden değerli arkadaşlar. Daha çok tanımıyorum ama tanıdıkça içimi ısıtan gülüşleri var. Hayırlısı olsun. Aramam gereken, gitmem gereken dostlarım var. Bayram yaklaşıyor, söylemiş miydim ben bayramları sevmiyorum. Çocukluğum gelir aklıma her defasında babam ve annemin kavga edişi… uzun kabuslar…
Reyhan’ı görmeye gitmek istiyorum. Nasip tabi, eklemlerim şiddetli şekilde ağrıyor son zamanlarda. Gitsem bir doktora bir şeyde demiyor, anlatmıyor, izah etmiyor. Özelide aynı. Ben nasıl anlayıp ameliyat masasına yatayım ki?
İnsan olmayanla insanca neyi konuşayım ki? Uzattım uzattım uzattım… bugün True Blood akşamı sevgili dostum Sinem’le bizim gecemiz.. iyi ki varsınız… adını anmadıklarımı unutmadım. Sadece nasipse bir daha ki yazıma sakladım… saklımda olanlar kesinlikle aklımda olanlardır… sağlıcakla kalın…
Sabah sabah kendime gelemedim diye bir itirafım olmayacak, uyanalı epey oluyor. Hala hastayım, hala yorgunum ama uykulu değilim.. sayfamı açtığımda, çok hoş bir duvar yazısı vardı duvarımda.. yazan sağ olsun, muhtemelen yazan insan, bu yazdıklarımı okumayacak. Telefondan bağlanıyor ve sayfamı not defteri gibi kullanıyorum diyor.. ilginç şekilde kalemi çok dokunuyor insana.. benzetmeleri, sözleri çok derin. Böylesine yazanın ruhu da derindir değil mi? Öyle olmalı ya da… ben öyle hissetmiyorum ama.. tanımıyorum şahsen, tanımaya da kalkmıyorum. Kimseyi tanıyamazsınız bilgisayar başında.. yüz yüze baktığınızı tanımıyorken, sihirli ekranın arkasında kimseyi tanıyamazsınız. Herkes olmak istediği kişi olur, olmasını istediğiniz kişiyi bulursunuz.
Bu sabah hava güzel, karanlık, gri… ruhum aydınlık ama..
“ Senin yüreğin benim için biçilmiş bir imtihan..! EY YAR “
Bahsettiğim kişinin sözü bu da, az önce sayfama yazmış… ne kadar derin değil mi? Ya kelimelerin oyuncak olduğunu biliyor ya da derinlerde bir kelam efendisi yatıyor.. bunları kitaplara dökmesini dilerdim.. bilmem kolay kolay yazılandan etkilenmediğimdendir belki de… sen yaz, ben okuyayım diyorum… sessizce söylüyorum, kalem duyarsa, kelam dile gelir diye..
Dün akşam çok çok çok özel bir film seyrettim. 2010 yapımı, harika bir film. Bir aşk filmi, ilk aşkın filmini.. adı da buydu; “ ilk aşk “… o kadar masum, o kadar yalındı ki… hem bir kızın, hem bir oğlanın gözünden sunmuşlardı aşkı.. çocukken gözlerine bakıp başlamıştı kızın aşkı… bilirim öyle bir çocukluk aşkım vardı.. gözleri mavi, saçları sarı bir çocuğa aşıktım… benden bir yaş büyüktü sanırım.. abi demek zorundaydım ona, akrabam değildi, ama annesi abi dedirtmişti bize ilk tanıştığımızda… nerden geldi aklıma değil mi? En masum olanıdır o yaşlardaki hisler… onu göreyim diye teneffüste sınıfının önüne gitmeler… nereden nereye.. aşk değildi o elbette.. 6-7 yaşında duyulan his aşk olabilir miydi ki? Beni seven bir arkadaşım varmış, 2.ci sınıfta fark etmiştim. Evime dek takip etmişti beni. Yetmemişti, kapımı çalıp içeri gelmek istemişti. Kovmuştum onu.. sevmiyordum ve istemiyordum onu.. karlı bir İstanbul günüydü, üzülmüştüm de… nereden neler geldi aklıma. Bir filmle başladı sanırım anılarım… sarı saçlı mavi gözlü bir Bursa’lıydı. Bizse İstanbul’daydık.. kaderim Bursa ile açıldı sanırım.. çocukluk güzel şeydi, ama benim çocukluğum o kadar güzel değildi. Neyse..
Şu anda dünya kadar işim var ve ben bilgisayar başında yazı yazıyorum. Arkadaşlarla buluşacağım bugün kısmetse.. hayırlısı olsun inşallah..
Ve Ekim de bitiyor…
Kasım ayını o kadar sevmiyorum. Bilmem neden, erkek kardeşimin doğum günü olduğundan mı ki? Şaka bir tarafa, erkek kardeşimle aramızda 2 yaş var ve belli bir yaştan sonra hiç anlaşamadık. Buna arkadaşlarımız arttıkça, paylaşımlarımızın azalması sebep oldu tabi. Büyüyorduk o erkek çocuğuydu. Kızları var şimdi 2 tane kızı var. Kuzularımın biriside 18 kasım doğumlu, diğeri ben gibi eylül doğumlu… Allah kaderlerini güzel yazsın bacımın…
Bu arada şaka bir tarafa, sözlerini severek okuduğum kişi, ciddi konulardan bahsediyor. Üstünü teğet geçmekte fayda görüyorum. Kime dokunsam ya ben bilmeden canını yakıyorum, ya o bilerek canımı yakıyor.. en iyisi mi uzak durmak herkesten… bunu bilir bunu söylerim. Kırıklarım çok yakıyor canımı… kalbin boş olması iyidir.. hayat bir sınavsa, fani cevaplar içinde tek cevabım GALATASARAY olur sınavdan çıkarım..
Ayşe.. bu isimin yokluğu, kırmışlığı hala canımı acıtıyor. Hayat işte.. kahpelikleri bir kelimeden ibaret, kıvılcımı bir yangından öte…
Ömrümü bir kelime ile özetlersem, kayıp.. derdim.. kayıplarla dolu, kayıplarımla dolu.. cenneti kaybedişim,güvenimi kaybedişim, kendi benliğimi kaybedişimle dolu.. hayal kuramaz oldum, hayal demek ben de, ölümle eş değerde.. fazlası ciddi ciddi korkutur beni.. bir İngiltere sevdam vardı, hala var, hala umudum var, gerçeklik payı olan korkularımda var.. ama gerçekleşmediğinde üzmeyecek beni .. yıkmayacak.. o sebeple bu bir düşün en masum hali…
Sevmeyi unuttum sanırım.. sevmeler var ya, bir insanı sevmenin ötesinde olan.. onları unuttum.. değer vermekle, sevmeyi karıştırmak var.. ben bunun arasındaki, ince çizgiyi aşmamaya çalışıyorum… aşarsam beni aşarlar velhasıl kelam…
Bazı konularda yürümeyi öğreniyorum bu sıralar. İtiraf etmem gerekirse, bilmediğim adımlar atıyorum. Düşüyorum, kalkıyorum. Ama ben oluyorum her defasında.. ben düşsemde, ben beni kaldırıyorum ayağa.. hep böyleydi.. böyle de gidecek sanırım
Önümüzdeki haftalarda nasipse, Burcuşumu ziyarete gideceğim evine,ev hediyemle birlikte. Evleneli 3 ay olacak kısmetse. Rabbim hayırlı mutlu bir evlilik hayatı nasip etsin inşallah. Çok özledim onu ve Fatma’yı..
Ders çalışmaya başlamam lazım, kafam durmuş vaziyette.. Yığınla işim var, yığınla zamanım yok. Belki de bugün son nefes dediğimizi alıp vereceğim bilemiyorum elbette. Bilemediğimiz için hayat çekilir ya. Bilseydik zorlanırdık yaşamakta..
Veda vakti günlük, nerden nereye neler neler karaladım. Bu aralar birilerinden bahsetmek istiyorum. Adı Berna olan hemşehrimden, bana desteğinden, sevgili arkadaşım Eda’dan bahsetmek istiyorum. İkisi de birbirinden değerli arkadaşlar. Daha çok tanımıyorum ama tanıdıkça içimi ısıtan gülüşleri var. Hayırlısı olsun. Aramam gereken, gitmem gereken dostlarım var. Bayram yaklaşıyor, söylemiş miydim ben bayramları sevmiyorum. Çocukluğum gelir aklıma her defasında babam ve annemin kavga edişi… uzun kabuslar…
Reyhan’ı görmeye gitmek istiyorum. Nasip tabi, eklemlerim şiddetli şekilde ağrıyor son zamanlarda. Gitsem bir doktora bir şeyde demiyor, anlatmıyor, izah etmiyor. Özelide aynı. Ben nasıl anlayıp ameliyat masasına yatayım ki?
İnsan olmayanla insanca neyi konuşayım ki? Uzattım uzattım uzattım… bugün True Blood akşamı sevgili dostum Sinem’le bizim gecemiz.. iyi ki varsınız… adını anmadıklarımı unutmadım. Sadece nasipse bir daha ki yazıma sakladım… saklımda olanlar kesinlikle aklımda olanlardır… sağlıcakla kalın…
12 Ekim 2011 Çarşamba
BOLU... ve benim hayatımdan bir kesit..
Kaç gün oldu yazamadım sana, kaç gündür ya yoğunum, ya yokum ya da hastayım. Hastalık bilgisayar başında olmama engel olmuyor, aslında bazen oluyor. Ama bloguma bir şeyler karalamaktan alı koymamalıydı, özellikle bu kadar zaman. Neyse.. merhaba…
6 gün önce, çok isteyerek, çok mutlu olarak şehir dışına çıktım. O kadar mutluydum ki, ağlamamak için zor tuttum kendimi. Otobüs yolculuğum fena değildi, METRO artık konuğumuzsunuz derdi eskiden, şimdi ne diyor anlamadım ya.. hostes kız çok iyiydi, hele uyarısı, sessiz bağırın demesi yok mu? Bağırtının sessizi nasıl oluyor? Bunu çözdüm, benim ertesi günü bunu deneyimlemem, tecrübe edinmemde harikaydı. İndik, sevgili Seyfettin abim bizi aldı, indiğimiz gibi, üşüdük. Bolu burası hele ekim ayında üşümemek imkansızdır. Ben ilk geldiğim yıl, Ağustostu, sene 1998 .. Abimlerle gelmiştik, abimler beni getirmek için gelmişti, kulağı çınlasın canım abimin, Adana’lıdır kendisi, ve dondu )) yünlü yorgan, battaniye ne varsa örtmüştü garibim birazda sağlığına düşkündür öyle başladı Bolu maceram. Çok güzel ve çok ama çok kötü anılarım oldu Bolu’da… çok aşırı değerli dostlara sahip oldum. Doğa harikası bir yerdir Bolu, Karadeniz’in batısında kalmasına rağmen, dağın etkisiyle, serin ve yağışlıdır, yeşildir. Ben severdim, depremine rağmen. 12 kasım depreminde ölümden dönmüş olsamda… seviyordum.
Ben orada büyüdüm, bir anlık sevinçlerin, bir anlık umutların, ruhunuzu öldürdüğüne şahit oldum. Aşk acısından, dedikodulardan öte dertler varmış ben orada yaşadım. 18 yaşımda ilk çocuğumu Bolu’da yitirdim. Tek başıma göğüs gerdim bir gece hastane odasında, bildiğim her duayı ettim, yine de Rabbim onu, şefaatçi olarak aldı benden. Acımı da tek başıma yaşadım… tek başıma.. 12 şubat 1999 günü, hayatımda dönüm noktasıdır, ilk evladımı kaybettiğim, en küçük evladımın varlığını öğrendiğim gündür… Bolu bana çok şey kattı ve çok şey kaybettirdi… çok hastalandım ben, bilgisiz doktorların yanlış, eksik teşhisleri ile sağlığımdan oldum, ve hastanede yattım uzun zaman. Evladımı kaybettiğim hastanede bu defada çocuk sahibi olamamak korkusuyla yattım. Ki ben en çok o hastanede anne olmak istedim. Üst katta bebecikler doğarken, ben hasta odamda, nefret ettiğim iğneler ve serumlarla günler ve geceler geçirdim. Allah’ım sevmiş ki beni, dert vermiş diyorum. Buna şükür. Ve ben o hastanede hiç anne olamadım. İçimde kaldı… bu gittiğimde de o geldi aklıma..
Ama hasta oldum gittiğim gibi, hem de ağır hasta, istediğim hiçbirşeyi yapamadım. Başka sefere inşallah diyorum.. nasipte varsa zaten orada yaşayıp, orada öleceğim. Dilek İngiltere ama, orasının olmayacağı aşikâr.. ben Bolu’da hem çok yalnız hem çok kalabalık yaşadım. Misafirimin haddi hesabı olmazdı, her gün ama her gün birisi olurdu, birileri olurdu. Ne günlerdi.. orada tanıdım ben Burcu’mu, Fatma’mı… orada çok dost edindim hem de çok çok…
Bolu değişiyordu, gelişiyordu. Ama havası aynıydı, güzeldi, ferahtı, dışarıdan fazla göç almayan elit bir şehirdir. Öğrenci şehri, asker şehridir. Nezih bir şehirdir.. yaşanılabilir kılar hayatı… fazla marka takıntılı bir şehirdir…
İlk erkek arkadaşımı gördüm Bolu’da yıllar evvel, sene 1998, yolda yürürken, tugay gazinosunun ve lojmanların önünden geçerken, nöbette b ir asker vardı, dizlerimin bağı çözülmüştü. Kötü terk etmiştik sanırım ondandı yada arkadaş askere gitmeden evvel bir gece annemi aramış, ben onu çok sevdim, ondan başkasını hiç böyle sevmedim, sen de annem gibisin, giderken bir sesini duysam demiş, ona söyle beni arasın.. ağlamış.. ben aradım mı? Hayır aramadım.. ben bir kez sildim.. bir kez sildiğimi yazmam… çok dilemiş sanırım, her nöbetinde karşılaştık, selamda vermedim, kafamı önüme eğip geçtim gittim. Sabah İzmir’den dönerken, 06:15 de nöbette, arkadaştan gece 01:00 de dönerken nöbette, bayramda sinemadan çıkarken nöbette, Allah’ım sevgilim olsa göremezdim ama .. çok sevmiş ki, geçenlerde en yakın dostuma yine beni sormuş, 15 sene sonra bile… sevsin… sevilmeyecek olanın sevgisini ne yapabilirim… o günü unutmayacağım .. söylediği sözleri… işte Bolu böyle bir şehirdi.. bana tuhaf, acı, güzel anılar bıraktı… evim var orada, kiracım elimde kaldığında, orada yaşamayı planlıyorum ömrüm yeterse… Yoksa ver elini Ankara, Batıkent… daha çok anım var.. ama hangi birisine el atayım… bahsetmekle bitmez… bitmeyecek olan Bolu sevdama sevgilerle…
6 gün önce, çok isteyerek, çok mutlu olarak şehir dışına çıktım. O kadar mutluydum ki, ağlamamak için zor tuttum kendimi. Otobüs yolculuğum fena değildi, METRO artık konuğumuzsunuz derdi eskiden, şimdi ne diyor anlamadım ya.. hostes kız çok iyiydi, hele uyarısı, sessiz bağırın demesi yok mu? Bağırtının sessizi nasıl oluyor? Bunu çözdüm, benim ertesi günü bunu deneyimlemem, tecrübe edinmemde harikaydı. İndik, sevgili Seyfettin abim bizi aldı, indiğimiz gibi, üşüdük. Bolu burası hele ekim ayında üşümemek imkansızdır. Ben ilk geldiğim yıl, Ağustostu, sene 1998 .. Abimlerle gelmiştik, abimler beni getirmek için gelmişti, kulağı çınlasın canım abimin, Adana’lıdır kendisi, ve dondu )) yünlü yorgan, battaniye ne varsa örtmüştü garibim birazda sağlığına düşkündür öyle başladı Bolu maceram. Çok güzel ve çok ama çok kötü anılarım oldu Bolu’da… çok aşırı değerli dostlara sahip oldum. Doğa harikası bir yerdir Bolu, Karadeniz’in batısında kalmasına rağmen, dağın etkisiyle, serin ve yağışlıdır, yeşildir. Ben severdim, depremine rağmen. 12 kasım depreminde ölümden dönmüş olsamda… seviyordum.
Ben orada büyüdüm, bir anlık sevinçlerin, bir anlık umutların, ruhunuzu öldürdüğüne şahit oldum. Aşk acısından, dedikodulardan öte dertler varmış ben orada yaşadım. 18 yaşımda ilk çocuğumu Bolu’da yitirdim. Tek başıma göğüs gerdim bir gece hastane odasında, bildiğim her duayı ettim, yine de Rabbim onu, şefaatçi olarak aldı benden. Acımı da tek başıma yaşadım… tek başıma.. 12 şubat 1999 günü, hayatımda dönüm noktasıdır, ilk evladımı kaybettiğim, en küçük evladımın varlığını öğrendiğim gündür… Bolu bana çok şey kattı ve çok şey kaybettirdi… çok hastalandım ben, bilgisiz doktorların yanlış, eksik teşhisleri ile sağlığımdan oldum, ve hastanede yattım uzun zaman. Evladımı kaybettiğim hastanede bu defada çocuk sahibi olamamak korkusuyla yattım. Ki ben en çok o hastanede anne olmak istedim. Üst katta bebecikler doğarken, ben hasta odamda, nefret ettiğim iğneler ve serumlarla günler ve geceler geçirdim. Allah’ım sevmiş ki beni, dert vermiş diyorum. Buna şükür. Ve ben o hastanede hiç anne olamadım. İçimde kaldı… bu gittiğimde de o geldi aklıma..
Ama hasta oldum gittiğim gibi, hem de ağır hasta, istediğim hiçbirşeyi yapamadım. Başka sefere inşallah diyorum.. nasipte varsa zaten orada yaşayıp, orada öleceğim. Dilek İngiltere ama, orasının olmayacağı aşikâr.. ben Bolu’da hem çok yalnız hem çok kalabalık yaşadım. Misafirimin haddi hesabı olmazdı, her gün ama her gün birisi olurdu, birileri olurdu. Ne günlerdi.. orada tanıdım ben Burcu’mu, Fatma’mı… orada çok dost edindim hem de çok çok…
Bolu değişiyordu, gelişiyordu. Ama havası aynıydı, güzeldi, ferahtı, dışarıdan fazla göç almayan elit bir şehirdir. Öğrenci şehri, asker şehridir. Nezih bir şehirdir.. yaşanılabilir kılar hayatı… fazla marka takıntılı bir şehirdir…
İlk erkek arkadaşımı gördüm Bolu’da yıllar evvel, sene 1998, yolda yürürken, tugay gazinosunun ve lojmanların önünden geçerken, nöbette b ir asker vardı, dizlerimin bağı çözülmüştü. Kötü terk etmiştik sanırım ondandı yada arkadaş askere gitmeden evvel bir gece annemi aramış, ben onu çok sevdim, ondan başkasını hiç böyle sevmedim, sen de annem gibisin, giderken bir sesini duysam demiş, ona söyle beni arasın.. ağlamış.. ben aradım mı? Hayır aramadım.. ben bir kez sildim.. bir kez sildiğimi yazmam… çok dilemiş sanırım, her nöbetinde karşılaştık, selamda vermedim, kafamı önüme eğip geçtim gittim. Sabah İzmir’den dönerken, 06:15 de nöbette, arkadaştan gece 01:00 de dönerken nöbette, bayramda sinemadan çıkarken nöbette, Allah’ım sevgilim olsa göremezdim ama .. çok sevmiş ki, geçenlerde en yakın dostuma yine beni sormuş, 15 sene sonra bile… sevsin… sevilmeyecek olanın sevgisini ne yapabilirim… o günü unutmayacağım .. söylediği sözleri… işte Bolu böyle bir şehirdi.. bana tuhaf, acı, güzel anılar bıraktı… evim var orada, kiracım elimde kaldığında, orada yaşamayı planlıyorum ömrüm yeterse… Yoksa ver elini Ankara, Batıkent… daha çok anım var.. ama hangi birisine el atayım… bahsetmekle bitmez… bitmeyecek olan Bolu sevdama sevgilerle…
1 Ekim 2011 Cumartesi
sabah sabah...
ne yazayım bu sabah, aklımda bir şey yok açıkçası.. çok şeyde olabi,lirdi aslında yazacak.. ama ben şu anda ne yazsam diye düşünüyorum. yazmalı mıyım? evet, fırsat buldukça, elimden geldikçe cümleler kurmalıyım. yazmak istiyorsam ömrüm vefa ettikçe, günde en az 2000 kelime yazmalıymışım. Ernest Hemingway böyle söylüyor. ve tabi sadece o da değil. her yazar, her şair kelimelerle aramızın iyi olması için devamlı yazmalısınız der... devamlı hayatı yazmalıyız. ne yazarsak zaten hayatın içinden değil midir?
bu sabaha çok anlam yüklemem lazım.. Eylül gittin.. hoşça kal.. bir daha ki seneye vuslata erer miyim bilemiyorum elbette.. nasip kısmet.. bugün doğum günü aşkımın... aşkım dediğimin gerçek aşkım olması ne hoş aslında.. seni aldatmaz, kırmaz, terk etmez... GALATASARAY'ım mutlu yıllar... dediğimiz gibi, cehennem buz tutana dek GALATASARAY...
her bir kurucumuzu ve ilk fikri sunan ALİ SAMİ YEN 'i rahmetle anıyorum...
Bilmeyenler çoktur aslında, ALi Sami Yen, ilk edebiyatçılarımızdan, Şemsettin Sami'nin oğludur...
çok erken uyandım yine, her zaman ki gibi, uyku sorunu yaşamıyorum. erkenden uyuyorum,ki dün gece son zamanlara göre en geç uyuduğum vakitti. saat 01:00 di ışığı kapatıp uyuduğumda.20 dakika tv ye baktım,baktım ama, dizileri takip etmediğimden, kanallardaki dizilerden bir şey anlamadım. müzik kanalı açtım, Ahmet Enes'in Cennet adlı şarkısının heder oluşunu seyrettim ağzım açık kaldı.. o tuhaf varlık nasıl yorumlamış, şarkıyı okumuş çözemedim.. dondum kaldım ekran karşısında. para işte.. para uğruna, öyle anlamlı sözler uçup gitmişti. hele klip, görsel bir işkence idi..
sonra tv'yi kapatıp, kitabı elime aldım. Canan Tan'ın aşkın sanal halleri adlı kitabını bitirdim. bitirmek gayesiyle elime almıştım zaten.. şükür bitti.. şimdi böyle hikayelerden oluşan Edgar Allan Poe eserini okuyacağım kısmetse... ilk kez okuyacağım açıkçası.. En sevdiğim sembolist şair Baudelaire onun için harika övgüler yazmış.. ve ilk polisiye yazarlarından , Amerika'lı yazar ve şair'in Lenore adlı karakterini biliyorum,bir de karısına yazdığı şiiri..
winamp'ta Ahmet Enes Karaçam Cennet'i seslendiriyor. yuh be adam, onun gibi bir cins şarkıcıya verilir mi böyle şarkı? bari düzenlemeyi sen yapsaydın... hala kahroluyorum. emeğe yazık yani... güzel olanı heder etmektir bu.. yazan birisi olarak oturdu içime sanırım.
I could fall in love... bu şarkı harika ötesi bir şarkı. ben Jennifer Lopez yorumunu dinledim. Ama asıl söyleyen Selena isimli bir latin şarkıcıymış... ben 15 yaşımdayken öldürülmüş 24 yaşındayken... toprağı bol olsun. biyografik filmini gördüm moviemax'te .. Jennifer Lopez canlandırıyordu... sonuna denk gelmiştim, konser şarkısını dinledim. epey güzeldi.. tınılar çok duru idi.. müzik evrenseldir.. çok seviyorum..
dün çok güzel bir yağmur vardı.. her defasında yinelerim, yinelerim, yinelerim.. ben yağmura aşığım diye... romantik olduğumdan değil, ruhen bir tutku ben de..
geçmişinizle yüzleşmekten kaçınmayın, kaçındığınız geçmiş yada yaşadıklarınız değildir. kaçındığınız kendinizdir.. ben bunu bilir bunu söylerim.. bir de kendiniz olmaktan vazgeçmeyin.. hani taşlar, dikenler diye tabir edilen herşey karşınıza çıkacaktır ama siz gül olmayı başarın, dikenlerinizde gereksizlerin canını yakmak için hazır olacaktır...
yeni bir gün, yeni bir ay , aslında herşey aynı.. tek fark değişen rakamlar.. ve yaşlanan ruhunuz... aslında 24 eylül de doğdum ama kimliğimde 24 ekim yazıyor doğduğum gün için... o günde bir sürü kutlama yapılıyor bana.. banka,telefon operatörüm, üye olduğum kuruluşlar... kutluyor... ve bir de 24 eylülü unutan yakınlarım.. unutulunca şans veriyorum işte ben insanlara... çok merhametliyim çokkkk ...
ah bu şarkıların gözü kör olsun ve Tan kulaklarımda...
yarın 2 ekim... doğum günün kutlu olsun şimdiden güzel insan.... doğum günün kutlu olsun..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)