21 Mayıs 2011 Cumartesi

iyiki doğdun...

bugüne ne anlamlar yükledim bir bilse hayat.. bugün benim kuzumun yaş günü.. hayatımda hakkını ödeyemeyeceğim bir kaç kişiden biridir kızım.. can yoldaşımdır , neşemdir, beni en çok kızdırandır.. fıtraten kötü özellikleri de var malesef. belki yaşından kaynaklanıyor belki tiyneti böyle.. bencilliğini atamıyor malesef ama onun dışında sevgi dolu özel bir çocuktur. çocukluktan çıktığı gerçeğini idrak etmeye başlıyorum ama ağır gelmiyor şimdilik ruhuma..

bir cvanı içinde hissetmek mucizesi... bir canın hareketleriyle mucizeye tanık olmak.. Allah'ım bana bu güzelliği nasip ettiğin için şükürler olsun.bana müsaade.. pasta almak lazım bugün için..

iyiki doğdun iyiki varsın meleğim...

20 Mayıs 2011 Cuma

Sabır

Güne anlam katan her adım bize tebessüm olarak geri döner mi acaba? Yoksa biz mi gülmek istemeyiz hayata karşı? Sorular yine birikiyor, yine anlamlar anlamsızlıklara karşı mücadele ediyor. Yadsınamaz gerçeklerim var herkes gibi, kimseye güvenmemek en büyük hedefimmiş gibi yaşıyorum. Kimseye fazla güvenmem belki de vakti zamanında tüm güvendiğim dağlara, tepelere, vadilere hatta denizlere kar yağdığı içindir bunun sebebi. Yaşamla ölüm arasında ki ince çizgiye benzer güven duygusu. Körü körüne güvenmek aptallık gibi geliyor bana, paranoyalarımızı tetikleyen güvensizlikte sağlıklı değil ama. Dengeyi yakalamak  önemli olan aslında. Atalarımızın dediği gibi; “ azı karar , çoğu zarar”  ama az kime göre sınıflandırılıyor? Ya da çok neye göre çok? Çayımızı az şekerli içiyoruz deyip, 2 tatlı kaşığı şeker atmak ve sonra şekerli içmediğim için çaydan zevk alıyorum diyen ama yadırgayan bakışların karşısında ne olduğunu bile idrak edemeyenlerin az’ı bizim çoğumuz olmasın?
Sabret yüreğim diyor şu anda kulaklarımda gezinen şarkıda…  Sabır   Ya Sabır… Rabbim’in güzel isimlerinden. Sabır dediğimizle cennetin kazanılacağını söyleyen Habibullah’ın sevgili peygamberinin sözleri var. Sabır sevabı ile cennet kazananlardan olur muyuz acaba? Sanmıyorum kendi adıma, sanmıyorum, çünkü; yorgun ruhum hiçbir şey yapamasa bile şükürsüzlüğü ile şikayetleri ile sabırsızlığın doruklarında geziniyor. Af diyorum sen affetmeyi seversin ve bizler buna güveniyoruz sanırım. İşte sana olan güvenimin sınırı yok biliyorum.Senden şüphe etmek gafletine düşürme Rabbim diyorum. Ve bildiklerimin hiç olduğunu kanıksıyorum bir anda. Ben sana kul olmayı bilmiyorum bu yüzden affet Rabbim.. bunu kaç dil yüreklice söyleyebiliyor ki? Laf arasına sıkıştırdığımız Allah affedicidir sözüne dayanmadan kaç yürek af ye Rab diyor ki gece kafasını yastığa koyduğunda? İnançsızlık denen batağıda gördüm zamansız bir zamanda kaybolduğumda. Biliyorum ne isnatsız ne mesnetsiz  bir iddia olduğunu. Geçmişe dönüyorum yine farkında olmadan, ardıma bakıyorum ve o boşluğu, kara deliği görüyorum. İçine çekmeye çalışıyor, o çalıştıkça içimde bir yarayı kanartıyor. Ama ben vazgeçmiyorum beni gerçekten sevenden. Havsalam almıyor Rabbim sensizliği.. Almadığı için de maziyi unutmuyorum. Nasıl bir kara delikte nefessiz, soluksuz kaldığımı hatırladıkça şükrediyorum. Düşmekte olduğum her dipsiz uçuruma son sözlerim, düşmekten hiç korkmadım, çünkü; hep elimi tutan bir güzelliği yollayacağını bildiğim bir Rabbim vardı.. her şeye herkese saygıyla tırmandığım her zirveden yüreğimi üşüten bir kar tanesi taşımadım yarınıma, her kar tanesi ile bir masumiyet işledi ruhuma.. İşte o kar tanelerinden biriyle cennet kapısında karşılaşacağım günü bekliyorum. Beklenen gün gelecekse, çekilen çile kutsaldır diyen kamyon arkası sözleriyle yazımı noktalıyorum.. Çünkü yol uzun ve kısaldığı yer de bir söz ile bekleyeceğiz Araf’ta…

19 Mayıs 2011 Perşembe

çiçeklerim

dün umutlu bir şey yaptım.. bit botanik bahçesine gittim ve bir sürü çiçek aldım. toprak aldım, hepsini balkonda karıp karıştırdım ve ektim.. üstesinden gelemem sanıyordum ama yorucu da olsa, ve biraz pislik içinde bıraksa da güzeldi.. Rabbim'in yarattığı güzelliklere hayran olmamak elde değil. elhamdülillah gören gözlerime.. tutan ellerime çok şükür dedim.. ve umarım büyürler.. sanki onlar büyüdükçe, benim içimde ki parça pinçik olan umutlar da büyüyecek gibi geliyor.. ne alaka değil mi? alakasız olur mu? çiçeklerim benim dünyamın anahtarları... yaseminlerim var, begonyalarım var, papatyalarım var. ve hepsi balkonda güne bakıyorlar... umarım yakında onları fotoğraflar ve burada paylaşırım..çiçekçinin bir uyarısı vardı, gece ya da sabah güneş yokken sulayın onları. yoksa sarartır vakitsiz sulamanız onları dedi.. vakitsiz herşey hepimizi nasıl heder ediyor bunu anladım o anda...  vakitsiz esen rüzgâr nasıl dalı kırarsa, vakitsiz sevmeler de öyle mahveder insanı.. ve zamansız gidişler yok eder aşkları... şimdilik hoşkal... yeni umutlar açtırsın herkesin yüreğinde en güzel yazıcı... mutlu bayramlar canım ülkem..

dünyanın çivisi çıkmamış.. insanoğlu çekiç olup dünyanın ivisini yerinden oynatmış ...

Yazmayı ne zamandır seviyorum ne zamandan beri yazıyorum hiç hatırlamıyorum diyemem. Çünkü hatırlıyorum 3.cü sınıfa geçtiğim yıldan itibaren günlük tutmaya başlamıştım..hatırlıyorum ne varsa aklıma gelen, o günü benim yaşımda bir çocuk önemli kılan ne varsa yazardım. O sene en acı yaşadığım olay ise anneannemin vefatıydı.. nur içinde yatsın çok çekti, kimse anlamadı mı derdini? anlamadı ya, rahmetli dedem, kendine beklediği ilgiyi ona hiç vermedi. çocuk yaşımdan hatırladığım bu.. yazları doğduğum şehirde geçirirdik hep. nasıl bir çocukluktu derseniz? çok afacan biri değildim ama köy yerine İstanbul gibi büyük bir şehirden gidince serbestlikten özgürlükten ne yapacağımızı şaşırırdık... sıcaktı Adana.. çocukluktan kalma belki de, sevmem hiç sıcağı.. yağmur aşığıyım, yağmur sevdalısı, yağmur tutkunuyum... hatırlıyorum samanlıklarda, buğday ambarlarında gezerdik. İncir ağaçlarından inmezdik, yanımıza bir kaç şişe su alıp akşam olana dek dönmezdik kuzenlerimle eve... annemler için sanırım büyük nimetti o hal...o zamanlar bu kadar kötü değildi sanırım dünya.. çocuklar yine kaçırılırdı hatırlıyorum, özellikle İstanbul'da. ve dilencilik yaptırmak için ellerini keserlerdi, gözlerini kör ederlerdi.. Bilirdik bunu evden uzaklaşmazdık, iyice tembihlerdi annem bize bu gerçeği... İstanbul'da çocuk olmak zordu o zamanlar. Şimdi ise çocuk olmak her yerde zor ve sanki suç...dün gece 3 e doğruydu sanırım ya da sabaha karşın 3 tü, gazete okumak için o günün gazetesini elime aldım ve okumaya başladım. ara sayfadaydı beni ağlatan, kanımı donduran haber. haber olmuştu 5 yaşında bir çocuk dünyaya.. oynaması gereken bir beden, kara toprağa karışmıştı.. hani ölümün yaşı yoktur bilirim, vakti saati de yoktur.. ama şekli beni mahveden oldu. bir anne olarak mı baktım olaya sanmıyorum sadece annelik yetmez bunu anlatmaya. insan yanımla dona kaldım.. bir küçük meleğe saldırmış, tecavüz etmiş ve boğup öldürmüş. o da yetmemiş, cebindeki 25 kuruşla dondurna yemiş. ne oluyor dedim ya? neyi alıp veremiyoruzdan öte de bir yerlerdeyiz.. başımızın üstünde bir sema duruyorsa rabbim'in merhametinden olsa gerek.. Taş yağmıyorsa başımıza, helak etmiyorsa o yüce Rabbim, ötelerde veremeyeceğimiz hesapların muhakemesinden sanırım. Burada başımıza dünya yıkılmış çok değil biliyorum,Asıl oralarda vereceğimiz hesap nasıl olacak merak ediyorum. Kanım dondu, kuzuma böyle bir şey yapsa birisi düşüncesini bile aklıma getirmek kalbimi sıkıştırdı.Ama insanız demek hatalarımız var demek yetmiyor sanırım. Bu insanlık değil ve malesef ben bu noktada adaletin tecellisinin vuku bulacağına inanmıyorum. En azından bu dünyada.. Düşman başına vermesin Rabbim bu acıyı :(  içim yanıyor hala aklıma geldikçe... Ama bizler unuturuz malesef her acıyı, insan unutan demekmiş.. Unutmasaydık bu kadar mı berbat hale getirirdik dünya denen bu mekânı?



18 Mayıs 2011 Çarşamba

elimizdekiler.. ve elimizde olamayanlar...

elimizde ne vardır ki? ne vardır baktığımızda gördüğümüz? en güzel benzetmedir aslında, avuçlarımdan kayıp gidiyor mutluluğum... insanın avuçlarımdan mı kibirli  yanından mı gidiyor ki? mutluluk nedir derim kimi zaman kendime? aslında soru ama demekle yetiniyorum sanırım çoğu zaman.. ve cevabım çok net olur her seferinde, " inanmak istediğimiz şeyin adıdır MUTLULUK"

düşün diyorum kendime, ne olursa düşün,taşın.. ne geldiyse başına düşünmemekten gelmedi mi diyorum.. kabullenme hayatın getirisini.. şükret ama kanaatle, rıza göstermek arasında ki farkı algıla... çünkü kanaat ne kadar büyük hazineyse, zalimin zulümüne karşı gelmeyip,razı olmakta o kadar rezilcedir...

durumlara ayak uydurmakla, durumlara konu olmak arasında ki ince çizgiden geçerken sorgula hayatını... ve sonuç olarak yinele cevaplarını...

denedim,yanıldım,hayata virgüllerle çelme taktım sandım.. meğer mutluluk yalanıma noktalar koymuş, boş boş ellerime bakarken anladım... mutluluk nedir soruma işte cevabım? " mutluluk inanmak istediğiniz şeye verdiğiniz addır.."
Gül Doğan

17 Mayıs 2011 Salı

gücümüz biter ya bazen, bazen bıkarız herşeyden,vazgeçmek isteriz ama konduramayız zayıflığı benliğimize.. işte ben o yolların talan olmuş ruhuyum.. ellerim kanamadı ya da dizlerim parçalanmadı.. birebir ruhumun kesikleri kalbime battı.. hani bir ben varım dedim ya sessiz çığlıklarımda.. hani bir sen olmalıyım dedim ya içimdeki şizofren yana, ne ben olabildim, ne de sen kalabildim... biriktirdikçe kırıklarımı, geçmişi de peşimden sürüklediğimi fark ettim. hep diyorlar ya, geçmişi geçmişte bırak ki geleceğe bakabilesin.. geçmiş ya hayaletimse demiştim o vakit.. ama bir şeyi daha fark ettiğimi biliyorum,  hepimiz biraz geçmişte biraz bugünümüzde büyürüz, yaşlanırız.. hayıflanacak her hatanın tamiri olmayabilir, ama pişmanlıklarımızla biz varız.. ve bizi biz yapanlarla hayattayız...

hayaletlerim...


isyanım vardı hayata, hem de doğduğum günden bu yana.. hani bebekler için huysuz hep ağlardı derler ya! benim bebekliğimden başladı isyanlarım.. hani demişimdir belki de ana rahmine düştüğüm anda takıldı peşime hayaletlerim... belki bir gün anlatırım o hayaletin babam olduğunu, o hayaletin annem de ki izlerden doğduğunu... isyankâr olmayı sever miydim acaba diyorum ? hayat böyle olmasaydı? hayat öyle olsaydı?

17 mayıs...

yine başladım yazmaya.. yine başladım bir şeyler karalamaya.. günlük diyecekler belki buna ama ben içimden ne geçiyorsa diyeceğim.. deneme belki de diyecek bazıları.. bense denenmiş hayatların hikâyeleri diyeceğim...