22 Ekim 2011 Cumartesi

öylesine, böylesine... içimden geldiği gibi işte

kaç gündür yazmıyorum sanırım, yazacak çok şey var... hem de çok acı var... değinmek istiyorum ama elim gitmiyor.. susuyorum.. utanıyorum... belki yazarım belki yüreğim dile gelir acımız adına... ama belkilerden yana kullanıyorum yazma hakkımı... şimdilik....


mide bulantılarından cidden bıktım. sebebini az çok tahmin edebiliyorum, çözüm olmayışına ise deliriyorum.delirmek işte yanıma kâr kalan... bu hafta neler oldu... bu hafta çok şey oldu... ummadığım şeyler oldu mesela.. beni gülümseten, mutlu eden, düşündüren.. ağlatan kısmına gelemiyorum ama.. elim gitmesin istiyorum.. ölümü yazmak zoruma gitmiyor.. bilakis , ben her daim dile getiririm. eninde sonunda öleceğiz , bu kadar çaba niye diye sorgularım.. ama bu kez yüreğe dokunan ölümün adı, vatan sevdası... dedim ya susa kalıyorum...


ansızın biten bir masalın, biterken, kırıkları yüreğime batan masalımın, yeniden vuku bulmasıydı beni böyle gülümseten ve düşündüren... yine biteceğini bildiğim masalımın, yetinmesini bileni rolü düştü yine bana. sükût ediyorum, sessizlik yalanına yol gösteriyorum. çok çok söylemler birikti içimde, aşk'a dair, gitmelere dair.. biz olmadığımız için, bize dair diyemiyorum ama...

biliyorum ki, karşımdaki insan için değerliyim, değerlim olduğunuda biliyor.. ama varlığını, varlığıma ekleyemiyorum.. derdine derman olamıyorum.. o zaman ne önemi var ki sevmenin diye bir soru çıkıyor karşıma... bugün, aylar öncesi geldi aklıma... dünyanın simsiyah bir yalandan ibaret olduğunu düşündüğüm vakitler geldi aklıma.. gülmez olduğum, güvenimi yitirdiğim vakitler.. o vakitler tanıdığım Zafer ve söylemleri, Mevlana sevgisi, umutları, inancı, fark etmeden güldürdüğü geldi aklıma... dost dedim böyle olur... ve şimdilerde güldürmeyeceğini bildiğim bir masal dinliyorum kendimden... herkesten, herşeyden uzak duruyorum. kırılmaktan korktuğumdan değil, ona zaten hazırlıklıyım.. acaba hazırlıklı mıyım? her defasında kırılan ben oluyorsam hazırım sanmamda normal olsa gerek... ve bu defa açılan yaralarımı, Zafer yada başka bir dostu dinleyerek sarmayacağım. bırakacağım kanasın... kendime gömülme vakti vakit.. kendi dünyamı döndürme ve durdurma zamanı...

aşk yetinmeyi bilmektir aslında... nedense hep ben yetinmek durumundayım. yanlışlığından mı? yanlış olan ben olduğumdan mı bilmiyorum...

işin özü, sözlerimi yitiriyorum... sözsüz şiirler fısıldamaz oldum rüzgâra, sevgilinin kulaklarına fısıldasın diye, seni seviyorum diyede, geceye seslenmiyorum... dedim ya, lâl olma sevdasına düştüm... karşılığı yok diye belki de... en kötüsü karşılığı olmayan aşk değildir. en kötüsü, sizi yarı yolda koyacak olanı sevmenizdir... aşk'ınıza leke düşürendir... karşılıksız diye aşk'tan vazgeçemezsiniz... sabretmekte beyhudedir.. ama siz acı çekmeyi seversiniz.. siz kutsamayı seversiniz aşk'ı... benimkiside o misal.. umut yok, vuslat yok,o yok... ama var işte solumda... duruyor öylece orada.. sızlatsa da... yetiyor bana....

offf çekesim var, offf lardan bir dağı değil, yüreğimi yıkasım var... gülüşünü seviyorum... yokluğunda tükendiğim kadar... aynı gökyüzü altında olmasakta, aynı vatan toprağında nefes alıyoruz ya, yetiyor sanırım bu da bana.... susuyorsam susuşuna... susuyorsam benim olmayışına.. susuyorsam senin olduğumu anlamayışına...

16 Ekim 2011 Pazar

Bugün herşeye uzandı yüreğim...

Tam bir sonbahar günü bugün, hava soğuk, yağışlı yani hava grilerle kaplı… geçen gün tekrar seyrettim haberlerde, uzman birisi çıkmış, kapalı havaların kesinlikle depresyon etkisi yaptığından bahsediyor.. her gün yarım saatlik güneşli havada yürüyüş yapmak ruha anlam katıyormuş. Derin bir anlam saklı belki de bu açıklamalarda. Ben de ya bir terslik var ya da bu insanlar, Sonbahar’ın özel oluşunun, sırrına erememişler.. 2.ci şık daha geçerli, ilki gerçek bile olsa… diğer şık hükmünü yitiremez. Çünkü yağmurdur hayatı arındıran…

Sabah sabah kendime gelemedim diye bir itirafım olmayacak, uyanalı epey oluyor. Hala hastayım, hala yorgunum ama uykulu değilim.. sayfamı açtığımda, çok hoş bir duvar yazısı vardı duvarımda.. yazan sağ olsun, muhtemelen yazan insan, bu yazdıklarımı okumayacak. Telefondan bağlanıyor ve sayfamı not defteri gibi kullanıyorum diyor.. ilginç şekilde kalemi çok dokunuyor insana.. benzetmeleri, sözleri çok derin. Böylesine yazanın ruhu da derindir değil mi? Öyle olmalı ya da… ben öyle hissetmiyorum ama.. tanımıyorum şahsen, tanımaya da kalkmıyorum. Kimseyi tanıyamazsınız bilgisayar başında.. yüz yüze baktığınızı tanımıyorken, sihirli ekranın arkasında kimseyi tanıyamazsınız. Herkes olmak istediği kişi olur, olmasını istediğiniz kişiyi bulursunuz.

Bu sabah hava güzel, karanlık, gri… ruhum aydınlık ama..

“ Senin yüreğin benim için biçilmiş bir imtihan..! EY YAR “

Bahsettiğim kişinin sözü bu da, az önce sayfama yazmış… ne kadar derin değil mi? Ya kelimelerin oyuncak olduğunu biliyor ya da derinlerde bir kelam efendisi yatıyor.. bunları kitaplara dökmesini dilerdim.. bilmem kolay kolay yazılandan etkilenmediğimdendir belki de… sen yaz, ben okuyayım diyorum… sessizce söylüyorum, kalem duyarsa, kelam dile gelir diye..

Dün akşam çok çok çok özel bir film seyrettim. 2010 yapımı, harika bir film. Bir aşk filmi, ilk aşkın filmini.. adı da buydu; “ ilk aşk “… o kadar masum, o kadar yalındı ki… hem bir kızın, hem bir oğlanın gözünden sunmuşlardı aşkı.. çocukken gözlerine bakıp başlamıştı kızın aşkı… bilirim öyle bir çocukluk aşkım vardı.. gözleri mavi, saçları sarı bir çocuğa aşıktım… benden bir yaş büyüktü sanırım.. abi demek zorundaydım ona, akrabam değildi, ama annesi abi dedirtmişti bize ilk tanıştığımızda… nerden geldi aklıma değil mi? En masum olanıdır o yaşlardaki hisler… onu göreyim diye teneffüste sınıfının önüne gitmeler… nereden nereye.. aşk değildi o elbette.. 6-7 yaşında duyulan his aşk olabilir miydi ki? Beni seven bir arkadaşım varmış, 2.ci sınıfta fark etmiştim. Evime dek takip etmişti beni. Yetmemişti, kapımı çalıp içeri gelmek istemişti. Kovmuştum onu.. sevmiyordum ve istemiyordum onu.. karlı bir İstanbul günüydü, üzülmüştüm de… nereden neler geldi aklıma. Bir filmle başladı sanırım anılarım… sarı saçlı mavi gözlü bir Bursa’lıydı. Bizse İstanbul’daydık.. kaderim Bursa ile açıldı sanırım.. çocukluk güzel şeydi, ama benim çocukluğum o kadar güzel değildi. Neyse..



Şu anda dünya kadar işim var ve ben bilgisayar başında yazı yazıyorum. Arkadaşlarla buluşacağım bugün kısmetse.. hayırlısı olsun inşallah..
Ve Ekim de bitiyor…
Kasım ayını o kadar sevmiyorum. Bilmem neden, erkek kardeşimin doğum günü olduğundan mı ki? Şaka bir tarafa, erkek kardeşimle aramızda 2 yaş var ve belli bir yaştan sonra hiç anlaşamadık. Buna arkadaşlarımız arttıkça, paylaşımlarımızın azalması sebep oldu tabi. Büyüyorduk o erkek çocuğuydu. Kızları var şimdi 2 tane kızı var. Kuzularımın biriside 18 kasım doğumlu, diğeri ben gibi eylül doğumlu… Allah kaderlerini güzel yazsın bacımın…


Bu arada şaka bir tarafa, sözlerini severek okuduğum kişi, ciddi konulardan bahsediyor. Üstünü teğet geçmekte fayda görüyorum. Kime dokunsam ya ben bilmeden canını yakıyorum, ya o bilerek canımı yakıyor.. en iyisi mi uzak durmak herkesten… bunu bilir bunu söylerim. Kırıklarım çok yakıyor canımı… kalbin boş olması iyidir.. hayat bir sınavsa, fani cevaplar içinde tek cevabım GALATASARAY olur sınavdan çıkarım..


Ayşe.. bu isimin yokluğu, kırmışlığı hala canımı acıtıyor. Hayat işte.. kahpelikleri bir kelimeden ibaret, kıvılcımı bir yangından öte…


Ömrümü bir kelime ile özetlersem, kayıp.. derdim.. kayıplarla dolu, kayıplarımla dolu.. cenneti kaybedişim,güvenimi kaybedişim, kendi benliğimi kaybedişimle dolu.. hayal kuramaz oldum, hayal demek ben de, ölümle eş değerde.. fazlası ciddi ciddi korkutur beni.. bir İngiltere sevdam vardı, hala var, hala umudum var, gerçeklik payı olan korkularımda var.. ama gerçekleşmediğinde üzmeyecek beni .. yıkmayacak.. o sebeple bu bir düşün en masum hali…


Sevmeyi unuttum sanırım.. sevmeler var ya, bir insanı sevmenin ötesinde olan.. onları unuttum.. değer vermekle, sevmeyi karıştırmak var.. ben bunun arasındaki, ince çizgiyi aşmamaya çalışıyorum… aşarsam beni aşarlar velhasıl kelam…

Bazı konularda yürümeyi öğreniyorum bu sıralar. İtiraf etmem gerekirse, bilmediğim adımlar atıyorum. Düşüyorum, kalkıyorum. Ama ben oluyorum her defasında.. ben düşsemde, ben beni kaldırıyorum ayağa.. hep böyleydi.. böyle de gidecek sanırım


Önümüzdeki haftalarda nasipse, Burcuşumu ziyarete gideceğim evine,ev hediyemle birlikte. Evleneli 3 ay olacak kısmetse. Rabbim hayırlı mutlu bir evlilik hayatı nasip etsin inşallah. Çok özledim onu ve Fatma’yı..

Ders çalışmaya başlamam lazım, kafam durmuş vaziyette.. Yığınla işim var, yığınla zamanım yok. Belki de bugün son nefes dediğimizi alıp vereceğim bilemiyorum elbette. Bilemediğimiz için hayat çekilir ya. Bilseydik zorlanırdık yaşamakta..

Veda vakti günlük, nerden nereye neler neler karaladım. Bu aralar birilerinden bahsetmek istiyorum. Adı Berna olan hemşehrimden, bana desteğinden, sevgili arkadaşım Eda’dan bahsetmek istiyorum. İkisi de birbirinden değerli arkadaşlar. Daha çok tanımıyorum ama tanıdıkça içimi ısıtan gülüşleri var. Hayırlısı olsun. Aramam gereken, gitmem gereken dostlarım var. Bayram yaklaşıyor, söylemiş miydim ben bayramları sevmiyorum. Çocukluğum gelir aklıma her defasında babam ve annemin kavga edişi… uzun kabuslar…



Reyhan’ı görmeye gitmek istiyorum. Nasip tabi, eklemlerim şiddetli şekilde ağrıyor son zamanlarda. Gitsem bir doktora bir şeyde demiyor, anlatmıyor, izah etmiyor. Özelide aynı. Ben nasıl anlayıp ameliyat masasına yatayım ki?
İnsan olmayanla insanca neyi konuşayım ki? Uzattım uzattım uzattım… bugün True Blood akşamı sevgili dostum Sinem’le bizim gecemiz.. iyi ki varsınız… adını anmadıklarımı unutmadım. Sadece nasipse bir daha ki yazıma sakladım… saklımda olanlar kesinlikle aklımda olanlardır… sağlıcakla kalın…