Varlığımıza neden başkasının varlığını eklemek isteriz ve onu ekledikten sonra tükeniriz? Bunun adı fedakarlık mıdır ki? Bu aşk mıdır? Sevgi midir? Biz yok olurken karşımızdakilere ne olur peki? Ne oluyor da onlar da aynı acıyı çekmiyor? Biz mi sadece kalp taşırız yoksa? Hayır tabiki de, muhakkak karşımızdaki insanlarda birer kalp taşır, mutlaka onlarında kırılmışlıkları vardır. O kırılmışlıkların b
edelini işte bizler öderiz? Korkuları vardır hepimizin, beklentileri vardır. Hep dediğim bir cümle vardır, kim ne anlam çıkarır bundan bilemem tabiki. “ beklentidir insanı yıkan, bekleyiştir insanı hayata bağlayan..Gül Doğan” çok tezat gibi gözükse de birbirini besleyen şeylerden ileri geliyor bu beklentiler ve bekleyişler. İnsan olduğumuz için saygıyı bekleriz, kadın olduğumuz için ilgi bekleriz, erkek olduğumuz için şımartılmayı bekleriz. İtiraz edenler olacaktır elbet. Ve ilelebet kadın ve erkek birbirlerini anlayamadıklarını söyleyecektir. Ben de bunlardan biri miyim diyorum? Erkekleri anlayamadığımı söylersem, bu bir itiraf değil yalan olur. Anlıyorum aslında bir çoğunu, kadın olarak anlamak kolay. Ama insan olarak anlamlandırmak herkesi zor. Çünkü herkesin kendince bir dünyası, kendince bir mezarı vardır. O dünyasında herkes özgürdür bir bakıma, ve istediğini gömer mezarına. Sevgi olur, hayalleri olur, sevgilisi olur, fikirleri olur. Önemi yoktur kişi yada olgu olmasının. Çocukken dilediklerimizi nasıl dilemiyorsak şimdilerde, yetişkin olduktan sonrada aynı şeyleri gelecekte dilememiş olacağız. Olacağız diyorum çünkü, gençlikte akıl yoksunluğu, yaşlılıkta da gençliğin ateşi eksiktir.. Eksikler her zaman olacaktır. Her zaman öğrenilecek bir şey vardır, herkes eninde sonunda ölümü öğrenecektir mesela..
Şu günlerde biraz kırgınım, biraz belki mübalağa oldu tezat manada. Çok kırgınım. Kime mi? Hayata mı yoksa genel anlamda? Her şeye diyemem asla, sadece bir kişiye ise suçu atamam. Bugün epey düşündüm aslında, bir yargıya varabildim mi? Birazda olsa evet varabildim. Mesela bu kadar kırılmamın bir suçlusu da benim. Çünkü beni kırmalarına izin veren benim. Hak ettiği yer mi bilemem karşımdaki insanları koyduğum yer, herkesin yerini ölçemem, herkes ederi kadardır aslında. Ama bu defa ben de suç, ben izin verdim. Ben beni gözden çıkardım bilmeden, ve sonunda beni yitirdim bir dipsiz kuyuda. Dipsiz kuyu benzetmesini ise bilinmeyen için yapıyorum. Bilmediğim her şeyin bedelini ben ödüyorum. Yazımın başında sorduğum soruya cevap arıyorum? Acaba karşımızdaki insanlarda bizim kadar acı çekebiliyor mu? Bizim yaşadığımızı anlaması için ya yaşamalı, veya empati kurmalı. Kıran bunları yapabilir mi? Ben canı acısın isteyemem ama ben beni yaşamasını dileyebilirim. Bu bir beddua mı? Beni yaşamak mı beddua? Bensizlik mi acaba?
8 Temmuz 2011 Cuma
5 Temmuz 2011 Salı
sorular... sorgulamalar.. kayıplar... adı yok hayatın!!!
Vedaları sevmez kimse.. ve vedaları sevmemekle başlar gitmeler. bir hoşçakal demekten âciz kalırız.. susarız.. suskunluğumuz çok şey anlatır bazen.. ve bazen de suskunluğumuz, korkaklığımızın yansımasıdır... susuyorsam asaletimdendir diyenlerin, züğürt tesellisiyle yaşadığını düşünmüşümdür hep.. verilecek cevabımızın olmaması da muhtemel tabi ki... mesela, size hakaret eeden birisine, sessiz kalmak bir erdemdir.. kötüyle kötü olamazsınız.. oldukça siz de aynı çamura bulanırsınız...
şimdilerde ben bir sessizliğin fırtınasına kapılmış gidiyorum.. savrula savrula nereye dek sürükler beni bu fırtına bilmiyorum.. susuyorsam asaletimden değil ama biliyorum. içim de öyle çığlıklar atıyor ki kırılan kalbim, sağır olmak üzereyim.. özledim diyememek.. neyi özlediğini dahi bilememek.. ne kadar ağır geliyor ruhuma.. ben hiç gemi olmadım ki diyorum, bir limana sığınma ihtiyacı hissedeyim.. tutulduğum fırtınalara karşı savrulmayı bildim ama kaçmasını bilemedim.. kaçışlarım oldu benim de elbet, elbet suskunluklarım oldu.. bittiğini bildiğimde sustum hep.. sonu olmadığında konuşmanın, noktalama işaretlerimi yitirdiğimde sustum.. çünkü, nerede, nasıl duracağımı bilemediğim vakitlerde sustum..
şimdilerde diye yine başlamak istiyorum paragrafa.. şimdilerde susmak istemiyorum, o kadar çok sorum var ki; hiç bir yanıt olmamasına imkan veremiyorum. çırpınıyorum, suallerimi birbir içime gömüyorum.. patlamaya hazır bir volkan misali, doluyorum doluyorum.. ve patlamaktan korkuyorum..
hepimiz bazen susarız, hepimiz bazen, ipin ucunu kaçırırız... korkulara ggebe akşamların sabah olmasını isteriz. bir evin duvarları üstünüze geldiğinde, kaçmak istersiniz herşeyden.. duvarlar üstüme geliyor.. ruhum çığlıklarıyla umutlarımı yıkıyor.. gözlerime birikenlere sözüm geçmiyor.. alıp başımı gidesim var, bu bir mekanı terk etmek değil, bu bir şehri ardında bırakıp gitmek değil, bu renklerin siyaha dönmesi gibi birşey... umutlara kurulan hayallerin, üstünüze, çığ gibi düşmesi, yüreğinize dolan yaşların, sel olup sizi boğması gibi...
kendime kızgınlığım bu aralar.. kendime kırgınlığım.. nasıl oldu da, duvarlarımı yıktım diyorum.. binbir zorlukla ördüğüm duvarları kimse değil de benim yıkmış olmam , canımı acıtıyor.. canımı neler acıtmıyor ki? ne yarama merhem var, ne sorularıma cevap... hayat benden ne istedin diyorum? bir sorum daha olacaktı? neden? neden? neden? ve sen kimsin diyorum? ben seni tanımıyorum.. ve bilmediğimin bedelini ödüyorum... ödenen bedellere bir yenisini daha eklemek üzereyim.. gülüşlerimi çalıp giden her neyse, her kimse, bir ah aldın bilesin...
şimdilerde ben bir sessizliğin fırtınasına kapılmış gidiyorum.. savrula savrula nereye dek sürükler beni bu fırtına bilmiyorum.. susuyorsam asaletimden değil ama biliyorum. içim de öyle çığlıklar atıyor ki kırılan kalbim, sağır olmak üzereyim.. özledim diyememek.. neyi özlediğini dahi bilememek.. ne kadar ağır geliyor ruhuma.. ben hiç gemi olmadım ki diyorum, bir limana sığınma ihtiyacı hissedeyim.. tutulduğum fırtınalara karşı savrulmayı bildim ama kaçmasını bilemedim.. kaçışlarım oldu benim de elbet, elbet suskunluklarım oldu.. bittiğini bildiğimde sustum hep.. sonu olmadığında konuşmanın, noktalama işaretlerimi yitirdiğimde sustum.. çünkü, nerede, nasıl duracağımı bilemediğim vakitlerde sustum..
şimdilerde diye yine başlamak istiyorum paragrafa.. şimdilerde susmak istemiyorum, o kadar çok sorum var ki; hiç bir yanıt olmamasına imkan veremiyorum. çırpınıyorum, suallerimi birbir içime gömüyorum.. patlamaya hazır bir volkan misali, doluyorum doluyorum.. ve patlamaktan korkuyorum..
hepimiz bazen susarız, hepimiz bazen, ipin ucunu kaçırırız... korkulara ggebe akşamların sabah olmasını isteriz. bir evin duvarları üstünüze geldiğinde, kaçmak istersiniz herşeyden.. duvarlar üstüme geliyor.. ruhum çığlıklarıyla umutlarımı yıkıyor.. gözlerime birikenlere sözüm geçmiyor.. alıp başımı gidesim var, bu bir mekanı terk etmek değil, bu bir şehri ardında bırakıp gitmek değil, bu renklerin siyaha dönmesi gibi birşey... umutlara kurulan hayallerin, üstünüze, çığ gibi düşmesi, yüreğinize dolan yaşların, sel olup sizi boğması gibi...
kendime kızgınlığım bu aralar.. kendime kırgınlığım.. nasıl oldu da, duvarlarımı yıktım diyorum.. binbir zorlukla ördüğüm duvarları kimse değil de benim yıkmış olmam , canımı acıtıyor.. canımı neler acıtmıyor ki? ne yarama merhem var, ne sorularıma cevap... hayat benden ne istedin diyorum? bir sorum daha olacaktı? neden? neden? neden? ve sen kimsin diyorum? ben seni tanımıyorum.. ve bilmediğimin bedelini ödüyorum... ödenen bedellere bir yenisini daha eklemek üzereyim.. gülüşlerimi çalıp giden her neyse, her kimse, bir ah aldın bilesin...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)