9 Aralık 2011 Cuma

hoş/ ça / kal... blog...

yine akşam ettik bir günü daha... yine birbirine eşit lanetli bir günü bitirmek üzereyim. affına sığınmaktan başka duam yok Rabbim... mübarek bir gün bugün... mübarek cuma günü... hayırlara vesile olsun inşallah.. bu haftaya çok anlatacak konu birikti.. en doyumsuz hazzı ise GALATASARAY verdi... bunu yazmak için gelmedim aslında.. ama sırf bu mutluluk için sayfalarca yazsam yetmez... teşekkür ederim sevdam...

bir süre kendime, kendi iç dünyama, kendi kabuğuma çekileceğim... muhtemelen, ömrüm yettikçe sana gelip bir şeyler karalarım. iç döküş olur, öylesine olur, hayata dair olur... olur da olur... nasip tabi herşey.. şu anda, çok sevdiğim bir şarrkıyı dinliyorum. Özgür Akkuş ve Gökhan Türkmen Kayıp Şehir adlı şarkıyı.. bu şarkıyı nasıl seviyorum anlatamam.. bu nasıl bir sözler bütünüdür? bilmiyorum nasılını.. bildiğimse, kendimden bulduğum izler, şarkıya yer etmiş sanki..

kızıyorum en zayıf halime diyor.. birisi de bana, sev ama çok sevme demişti, çok sevmek zayıflıktır diye de sebebini açıklamıştı... bense katılmak istemediğim ama temelde bildiğim gerçeği duymaktan rahatsız olmuştum. çünkü çok seven ben idim... zayıf olmayı kabullenmek istememem normal olsa gerekti. bense her daim dediğim söze çıktım...


" çok sevme, çok nefret edersin! " .....

öyle de oldu sanırım... çok dediğimizde, somut bir rakam olmadığından, bu çoğul tabiri açamıyorum. çok görecelidir ama benim çok tabirim, nefes alıp verirken, gülüşüme sebep ol manasında olur...

bu aralar, Küçük İskender okuyorum.. ve bu kendi iç dünyama çekilişimde, epeydir okumadığım kitaplarımı okumayı hedefliyorum. oraya sığınmazsam, ruhum isyan bayrakları açacak farkındayım... farklı şeyler yapmam lazım, bir kaç projem var, bir kaç niyetim. Allah yüzümü kara çıkarmasın diyerek hayırlısını diliyorum. umut denen kelimeyi sevmiyorum. biliyorum ki, müslümana ümitsizlik yakışmaz. ama ben burada şöyle düzeltme yapmak istiyorum. gerçekçi davranıyorum.. ümitsiz değilim.. kandırmaca mı ki bu? bir edebiyatçının laf canbazlığı mı karşıma çıkan?

yazım olarak değilse bile, edebiyatçı yönümün geliştiğinin farkındayım son zamanlarda.. edebiyat okumak, irdelemek, yapanları ya da yaptığını sananları gözlemlemek beni epey geliştirmekte. yazdıklarıma tevazudan, gerçeklik payı olduğundan belki de, şiir asla demezdim. eklentim, karalamam vs diyerek tanımlardım. son zamanlarda, utanır oldum şiir tabirini ciddi anlamda kullanmaktan... akımlar evet şu anda onları derinlemesine incelemeyi planlıyorum. hangi akıma bağlıyım acaba? romantik gibi gözüküyor.. ama romantik değilim, aşk'ı yazmaya çalışmak romantiklikten ileri geliyor olamaz sadece.. olamaz olamaz..

öğreneceğiz bakalım.. belki bir gün makale yazmaya kalkışırım, belki bir gün edebi yazılar üzerine çalışmalar yaparım. dur bakalım...


küçümsemek... küçümsenmek... son 1 haftadır bu sorgulamalardayım. küçümsedim mi ki küçümsendim diye sorasım var. soru sormaktanda nefret eder oldum ya. hayırlısı...

Küçük İskender okuyorum dedim değil mi? yarım kaldı sanırım o kısım, tıp fakültesi 5.ci sınıftan terk.. dizelerde, aldığı eğitimi vurgularken, yaralı yüreklere, kızgın gönüllere ilaç olmayı hayal etmiş miydi acaba? yoksa sadece bencillik edip, kendisini mi dile getirmişti? böyle farklılığını konuşturan ve bana acaip keyif veren, anlam katan 2.ci edebiyatçı. Elif Şafak ile dururum ciddi anlamda.. ve Jane Austen ile.. Elif Şafak dokunuyor, ruhumda gezinmemi sağlıyor, en derin, en mahrem dünyama yolculuk yapmama sebep oluyor. zaten terazi burcuyum ve sorgulamayı, irdelemeyi seviyorum. onunla hepten aşıyorum kendimi.. şairle ise kızgınlıklarımı tanıyorum bu aralar...




gidiyorum evet.. gitmeleri seviyorum. kısa bir süre belki de... belki de uzun.. kısa ve uzun kavramları göreceli sanırım.. belki 1 hafta, belki 10 gün belki 1 ay. belki de seneye dönerim.. seneye esprisi 2012'nin kapımızı çalmasıyla alakalı... dönerim kardeşimin doğum gününe tek toparlanmak dileğim... toparlanır mıyım? illa ki!!!

ben hangi kuyulardan gün yüzünü görmedim ki!! ben kaç gecenin şafaklarını parçalamadım ki... kızıyorum en zayıf halime işte... kızgınlıklarımı dizginlemek için kabuğuma gömülüyorum... ruhumla hasbihallerimde, zararlı çıkmam umarım... hoşçakal blog....

6 Aralık 2011 Salı

Hayat... eksik kalan yazım....

merhaba sevgili günlük...

ne kadar hoş bir hava var. o kadar ılık, o kadar mahsun... yüreğim gibi, ben gibi... yüreğim şu anda o kadar mahsun ve ılık ılık susuşlar besliyor..

bu aralar, herşeyi içime atıyorum. bu hayra alamet mi b ilmiyorum.. hani tepkisel çıkışlarım, ağlayışlarım, gülüşlerim vardır. şu aralar onlardan yoksunum. yoksunluk çektiğimde zaten bil ki, kırıklarım batıyordur canıma. öyle de olmakta aslında, tepkisiz kalmam son yaşadığım olaya, fazlasıyla bölünmüş olmam, fazlasıyla tükenmiş olmam.. küllerimden yeniden doğarım biliyorum.. inanıyorum. ama inanç şu anda kuru kuruya gitmiyor..

Muharrem ayındayız, mübarek, önemli, değerli bir ay.. ben ilk kez bu sene öğrendim bu derece önemli bir gün olduğunu. hani oruç tutulup, bereket artsın diye aşure yapıldığını biliyordum Kerbala ile ilgili olduğunu biliyordum. Ama Hz Adem ve Hz Havva'dan gelen, diğer peygamberlerle önemi daha da pekişen hatta ve hatta bir muharrem ayında 10.cu gününde kıyamet kopacak denilen bir önem arz ettiğini bu sene öğrendim. Allah affetsin çok boş bilgiye sahibim.. neyse 3 gündür oruçluyum ve gönül isterdi ki, dün aşure yapmış olayım bugüne nasip olacak kısmetse. bu arada kaç senedir aşure yapıyorum. düşünmem lazım. Ankara'da yaptım, Bolu'da yaptım, burada 2 sene yaptım. epeydir yapıyorum galiba.. ama ilk yaptığım günü asla unutmam. vesile olan dostuma, kardeşime şimdi bile dua ediyorum...

bir cumartesi günüydü, telefonuma mesaj geldi, ne olur gel diye. yollayan fen bilgisi öğretmenliğinde okuyan bir kız idi. aynı yaştaydık ama o okuyordu, bense okumuyordum. ben de alelacele gittim. hayırdır ne var, ne oldu? kızlar geldi, fakülteden kızlar, bir sürü kız, aşure yapmayı bilen yokmuş aramızda benim bildiğim sonucuna nasıl vardınız dedim? sen herşeyi bilirsin, çok zekisin ve evlisin dedi. hayır herşeyi bildiğim yaş ise o vakit 19 du. zeka ile tatlı yapıldığını ise hiç sanmıyorum. evlilikse, evlilik cüzdanını elinize verdiklerinde, aşçılık belgeside vermiyorlar . ama boş boş bakmak yerine, ıslamadan olmaz hemen yetişmesi imkansız dedimbiz herşeyi ısladık, haşladık dedi.o zaman sorun ne dedim. bilmiyoruz kıvamı, vs. ben de bilmiyorum demek yerine, ya Allah bismillah dedim. hani besmele her hayrın başıdır ya... baktım malzemelere, inanın hiçbir bilgim yoktu.. hem de hiç... önce buğdaya baktım tam pişmemiş geldi, onu haşlamaya koyuldum. diğerleri idare ederdi. şeker, çerezler, az tarçın ve vanilyada ekleyim dedim . ne alaka demeyin, şekerli severim belki de ondandır.. 1,5 saatte ortaya harika leziz mi leziz bir aşure çıktı hani ben yaptım diye değil ama, ortam dualı, ihlaslı güzel bir ortamdı. Allah'a çok şükür yüzümüzü kara çıkarmadı... ve ben sevgili el emeği göz nuru ki ilk göz ağrım olan aşuremden yemeden gittim. kal vs dediler ama, ben kalamam dedim. o günleri hatırladıkça tebesüm ederim. her biri birbirinden özel insanlardı. işte bugünkü halimin sebebidir bu insanlar gözlemlerken, dinlerken,meraklandırdıklarında bu ben biraz daha farklılaştı. hepsi de umarım iyidirler...


Bolu benim hayatımda bir dönüm noktasıdır.. kabuıl etmem gereken bir dönüm noktası.. ömrüm vefa ettikçe de dönüm noktası olmaya devam edecek biliyorum.. yolum hep düşecek, hep kesişecek hissediyorum...




ve az önce fark ettiğim birşey ise, yolumun bugün kadıköy'e düşeceği oldu... öğrenci kimliğimi almaya gideceğim kısmetse. ve yarın kadıköy tayfası ile maçımız var. bari formamı giyip gideyim .. böyle kuru kuruya sessizce gitmeleri sevmem.. yüreksiz insanlarıda sevmem.. yüreksizlerle hasbihal etmeyide.. ama saygısızlarıda sevmem.... oruçluyum, uykusuzum, sınavım var, işlerim var. ve kadıköy'e gitmek için yola çıkacağım. ve alışverişte yapmam lazım.. oyy oyy.. Allah'ım sana geliyorum : )

30 Kasım 2011 Çarşamba

kararlarım, yaptıklarım... ben...

merhaba günlükcüğüm...

aslında az önce açtım az önce dediğimde 40 dakika oluyor sanırım. ama o esnada halamın kızı aradı, yani canım ablam aradı. uzun uzun sohbet ettik. uzun zamandır görüşmüyorduk. canım ablam Ankara'da yaşıyor. çocukken yanımızdaydı bir dönem, sonra biz Bursa'ye geçince ayrılık girdi araya... zaman girdi araya. ama ablamı sevmeme engel olamadı. uzun uzun konuştuk, kırılışlarından bahsetti. dayımıda böyle bilmezdim dedi. dayısı benim sevgili babam oluyor.. neyse.. ben bunlardan bahsetmek için gelmedim ki...


model pembe mezarlık dinliyorum...

ne hoş şarkı.. geçen gün demiştim, çok inanarak söylediğim bir cümledir hatta..

" kurduğum en gotik düşler pembeydi... "

bir daha sevmek, bir daha inanmak, bir daha güvenmek istemiyorum. bir daha diye bir cümle olsun istemiyorum. kalbimin kalbi yanımda olmasın isterse, hastayken bir selamını görmediğim insan, beni sevmiyordur diyerek, aşkımın cenazesine yas tutuyorum. iyiyim... çok şükür iyiyim. her zaman ki gibi, bir başımayım. her zaman ki gibi, tek başımayım. ama iyiyim.
bugün yine sevgili dostum Zeynep'i ziyaret ettim, el emeği kekler yaptım, pastaneden mi aldın diyor? bu onurlandırmanın başka bir yolu. Çok seviyorum onu. asla blogumu okumaz, okumayı sever ama kitap okur, yazı, şiir okumaz. herkesin ayrı dünyası. yanında bir çalışan arkadaşı var, ne vakit gitsem Çağlar ile de selamlaşırım. bir facebook sayfam yok benim dedi sohbet esnasında. aman iyiki de yok, biz senin yerinede işgal ediyoruz dedim. çok hoş bir çocuk, çocuk derken yaşça küçük diyerek bu tabiri kullandım. yoksa evli barklı adam gibi adam...

Zeynep'e giderken, üst geçitten geçmek gerekiyor her zaman, bir yaşlı teyze gördüm. el emeği patik, çorap, boncuk işleri vardı. Çok yaşlı idi, bir gün samanyolu televizyonu seyrediyordum, ki ben pek tv seyretmem, hele de Türk yapımı hiç seyretmem, hele de bu kadar duygusal yapımları hiç seyretmem. ama orada ki konu, yaşlı bir kadının el emeği ile hasta kızına, torunlarına, kömür alma çabası, kahvaltılık alma duası vardı. yerine koydum kendimi, olmaz mı? elbet olur. düşmez kalkmaz bir Allah... neye vermiyoruz ki boş yere paralar. teyzem en azından bir şey satmış olsun diyerek, söz gelince alacam dedim. şimdi arkadaşımı görmeye gidiyorum. tamam kızım dedi, 1 saat sonra, teyzem bak almaya geldim dedim. bir siyah beyaz patik çorap aldım. ne dualar etti. onu görüp geçen insanlara baktım. dilenciye sadaka vermeyi sevmem ben fazla. kapıma gelenide geri çebvirmem ama sevmem. ne olduğunu bilmem, ama yaşlı hali ile orada donuyordu ya, annem geldi aklıma. ne olur ne olmaz. zengin etmem ama bir lokma ekmek alabilir bu akşamına. Allah kimseyi merhametsizlikle imtihan etmesin... bunu övülmek için yazmadım, sizlerde geçerken, görün diyerek yazdım...

sonrasında, facebook durum iletime bir olay yazdım, olayın özetini... hadsiz insanlar var, erkekler çoğunlukta ve malesef kadınlarda aynı yolda ilerliyor terbiyesizlikte. herkes her zaman ki gibi fikir belirtti.. ama nedense fikir belirtirken şunu görmüyorlar, savunamayız hem cinsimizi yada karşı cinsi, herkeste var elbette kusur ama asla birisine, canım, gülüm, bitanem diyemez. geçmiş olsun, nasılsın, neler yapıyorsun denir, iyi, niyetli bile olsa kişiler bu asla ve asla tasvip edemez birilerinin hadsiz olmasını... ben bunu söyledim. sen suçlusun demiyorum ama iyi niyetlisin vs dedi sevgili arkadaşım Bilal..

sokak kadını diye, bir hayat kadını tecavüzü hak eder mi sorusu geldi aklıma sonra... savunma yada suçlama olamaz... yanlış yanlıştır... sebebi yoktur....


sonra hastaneye gittim, bana sıranın gelmesi mucize gibi duruyordu. birden anonslara kulak kesildim. çok acil ameliyatta olan bir hasta için 0 (+) pozitif kana ihtiyaç vardı. aslında kan hiç vermedim ama birden ayaklarım oraya sürükledi beni. hiç benim kan grubumdan kalmamış ve acilen lazımmış. formu doldurdum geçtim kan verdim. insana farklı bir huzur geliyor, kahraman falan hissediyorsunuz kendinizi.. ne hoş şeymiş. 3 ayda bir kan verebilirsiniz dedi hemşire. hemen kalkmayın fena olursunuz dedi, hiçbir şey olmadı acilen kalktım malesef. ama ciddi bir uyku hali nüksetti ben de. sıra beklerken, sekreter git hava al dedi. bu defada Kartal araştırmaya gidip tahlil sonucumu aldım. geldim biraz daha bekledim. doktor harika birisiydi. ama lütfen 1 yüz yıl daha doktor görmek istemiyorum. hatta doğum yapıp görmeyeceksem o doktoru hiç görmesemde olur ... yoruldum sanırım. döndüm eve geldim ve 2 saat uyudum. kendime gelemiyorum yorgunluk halinden dolayı. ama güzel bir şey kan vermek. bir daha gittiğimde hastaneye, organ bağışı içinde onay vereceğim. kararımı verdim. olur ya bir gün beyin ölümüm gerçekleşirse, olur ya birisi yanımda olurda, anneme, kızıma, dostuma, eşime kıyamam derse diye, bu ağır kararı ben vereceğim... ölürken 5 insana ve yakınlarına ışık olmaya vesile olmak isterim... hayırlısı olsun herşeyden önce...


bugün böyle geçti. ve bu sabah olan bir olayı teğet geçemem.. çok mutlu oldum. hiç ummadığım anda telefonum çaldı. ki benim telefonum hiç çalmaz gibi bir şey... hele de sabah o saatte.. Asuman aradı, ablam nasılsın demek için.. Ablasının gülü iyiyim dedim. uykuluydum, sonra bir açıldım, bırbır konuştuk... çok mutlu oldum. bir kardeşim beni aramış diye... Allah razı olsun. Rabbim o güzel yüreğini üzmelerine asla izin vermesin...

bugün memurluk başvuruları için son gündü. hiç ümit yok benim adıma, o düşük puanla.ama yine de başvurdum. dilerim olur. dilerim adım atmam için sebep olur. senden başkasına sığınmıyorum Rabbim.. ama kendi hayatımı kurmamda bana yardımcı ol. Artık kimseyi istemiyorum o hayatta... kırılmasın kimse bana, kızlarım ve kardeşlerim, dostlarım olsun. Ama bir yaren artık istemem. genç olmak, yaşlanınca yalnız olmak fikri ile yaklaşmayın bana... bana yaklaşmayın. seversem de yürekte sevmek yazılıdır belki kaderimde... bir Ali'şim olsun isterdim.. ama olmayacaksa da damatlarımı oğlum der severim... ben de bitti... bu kararı almak için bir ömür beklemişim gibi geliyor... değer mi ? değer... kırılmak, kırmak istemiyorum...

seni sevseydi, değer verseydi, gelirdi seni görmeye aşk... sorardı, arardı.. ama aşk uzak duruyor... biz de uzak dururuz... hoşçakal aşk...


merhaba hayat....

26 Kasım 2011 Cumartesi

öylesine, gelmişten, geçmişten. bugünden....

sabah sabah yazasım geldi, dolu epey içim. dolu hem de taşmak üzere, boğmak üzere beni. hem çok mutlu, neşeli, hem çok mutsuz, bitkin olabilir mi insan? bu kadar uçlarda gezebilir mi? aynı ruhta 2 ayrı ruh halini yaşayabilir mi?


BEN YAŞIYORUM!!!!

işin ilginç tarafı, ben bu kadar maharetli olamam ya.. aynı şarkıyı defalarca dinlediğime göre, epey kızgınım, üzgünüm birisine karşı. Özgür Akkuş ve Gökhan Türköen yorumunu dinliyorum. Kayıp Şehir... sana gelsin desem... sana dediğimde sen bana mı demesen? sen kendini bilsen..

dün bir arkadaşım kalktı sordu, bu kadar seni üzen kimdir diye? kem küm ederken söz bulamadım. gidip ben diyeyim diyor, her yazdığıma bakmayın diyeceğim, her yazdığımda bir ruh yangını alev alırken, büyük bir yalan söylemiş olavcağım. gidip o ne diyecek, o gibi kaç kişi var? benim yürek çağrımı duymayan, sizin sesinizi duyar mı?

bu şarkıyı yazarken ne düşündü acaba yazan kişi?

sev sevme seni seviyorum...

neyse, iyi şeeylerden bahsedeyim mi? 2003 te tanıdığım, çok eski bir dostumun öğrencisi geliyor bugün bana inşallah. 2003 öncesinde Bolu'ya ilk yerleştiğimde tanışmıştım Ayten ile.. Ayten benim 1998 eylülün de tanıştığım bir öğretmen arkadaştı. çok saf, iyi niyetli, değerli birisiydi. ve deprem sonrası Bolu'dan gitmişti.. belli aralıklarla görüşüyor olsakta araya mesafe ve zaman girmişti elbette. bir gün evden çıktığımda, onu ve yanında bir kaç genç kız görmüştüm. Burayı kazandılar yardımcı olmaya geldim diyordu. kızları göz ucuyla bakıp geçmiştim. İçlerinde birisi vardı ki, benim hayatımın 4 senesine ve her derdine, kederine ortak olacakmış, nerden bilebilirdim. hayırlı olsun diyerek, yanlarından ayrıldım. kader bizi orada kesiştirip ayırmamıştı Burcu'mla..

bir kaç ay sonra bir arkadaşım, bak seni kızlarla tanıştıracağım demişti, her zaman ki tanışma selamlaşma faslı ve sonra isimler unutulur diyerek baktım galiba olaya. kızların hepsi birbirinden güzel ve harikaydı. yarısı Türkçe öğretmenliği öğrencisiydi. abla sen ne zekisin neden okumadın soruları beni boğuyordu. her tanıştığım insanın bana bunu demesinden bıkmış usanmıştım. öncelikle babam sormadan evlendirdi demek ağrıma gidiyordu. sonrasında işin aslı, şimdi adını bildiğim ama o vakitler bilmediğim bir isim vardı. Çetin Doğan... 28 şubat post modern darbeyi yaparak, İmam hatip'lilerin önünü kapatmış ve bunun yanında tüm meslek liselilerin hakkını gasp etmişti. Okuma şansım yoktu açıkçası, yoksa okusam karışmayacak birisi ile evliydim. olmadı her soru ise içimde ukte kalan bir hayali yaralardı... neyse.... neyse neyse....

onları çok sevmiş, çok sık gelip gitmeye başlamıştım. sohbetleri, neşeleri, içtenlikleri beni mest ederdi. Fatma vardı birde, soğuk gibi durur, çekingen davranırdı. Bir gün evlerine gittiğimde elimde poşetlerle, o vardı evde. Yemek yapıyordu. İşte Fatma'mı da o vakit tanıdım... o kadar soğuk olmadığını, aksine epsrili, zeki olduğunu, sadece gözlemlediğini fark ettim. böyle başladı benim 2003 ten 2007 ye dek kardeşlerimle tanışmam. ikiside Türkçe öğretmenliğinde okuyorlardı. ve sayelerinde bir de Kadir Ali ile tanıştım. Kekeç oğlan dünya harikası idi. Ali bir gün bizi yemeğe davet etmiş ve kızım halısına kusmuştu. neler geldi sabah sabah aklıma, abla bırak temizlerim diyor ama, hepsi hiç kusmuş bir çocuğun eseri ile bir arada kalmamış gibiydiler ... şimdi 2 çocuk babası Ali kardeşim. Allah bağışlasın. sıra kız kaardeşlerimde inşallah diye dua ediyorum. Fatma Siirt'te öğretmen ve evli. evlendiği insanı internette tan ımış olması ise çok ilginç... çokta mutlu elhamdülillah. Mardin'den yeni atandı Burcu İstanbul'a.. gitmek istediğim halde, her hafta ya bir şey çıktı, ya hasta idim. ama o dün akşam arayıp, abla geliyorum evdeyse sabaha dedi. Eşi ALES sınavına girecekmiş. geceden börek yaptım, yaparkende facebook dostlarımı kattım .. seviyorum sizleri. ve gece gece Nazlı Nur Yılmaz isimli, şair, ressam dostum, kardeşim İstanbul'dayım dedi, geçen defalarda görme şansım yoktu. Hemen görüşüyoruz diye ısrar ettim. diledim ki Avrupa yakasında olmasın güzel dostum. tam da Kartal'dayım demez mi ? elhamdülillah dedim. çok özlemişim mesajlaşmayı. hani yani yazılarını takip ediyor beğeniyorum ama mesajlaşmıyorduk. yeni hattımı kimseye vermiyordum ama Nazlı'ya güvensizlikten değil, unutmuşluk vermeye vermeye numaramı.. onun resimlerine hayranım mesela... resim yapamam asla, kabiliyet meselesi.. ama şair olmasamda yazarım.. içimden geleni yazmazsam, çatlarım biliyorum...

Burcu'm gelecek velhasıl kelam... inşallah inşallah. hava kapalı bugün. ve ben mutluyum... geçtiğimiz hafta b ol bol Zeynep bacımı gördüm. Hastaneye gidişimde her defa uğradım. bu haftada hastaneye gideceğim, 2 defa hem de, ekstradan çıkan bir sıkıntı olursa bilmem tabi. kalbimde bir sorun varmış, ne tür bir sorun bilmiyorum. EKG de sorunlart vardı. ve devamlı bir kalp ağrısı var.. romatoloji sonuçlarımıda alıp, o uyuzluk emareleri gösteren doktora gitmemde bu hafta içinde olacak büyük ihtimalle. ne sevgi dolu bir adamdı ki, gördüğümle onu ağrılarım kesildi. ne adammış ya : ) hala gülüyorum o uyuzu düşündükçe, dokundukça bana ağrıyor mu diyor, hayır diyorum. be adam 24 saat ağrımasa ne olacak ki, ağrım var işte. ağrım olmasa gelir miyim senin yanına ? kendinden geçmiş vaziyetteydi. yan alan yapıyormuş akıl küpü. neyse dur bakalım içimden bir ses kötü bir şey çıkmayacak diyor. en fazla iltihaplı eklem romatizması çıkar en fazla yani. bir de en fazla kalp kapakçıklarım eriyor ve kan kaçırıyor olabilir ki bunu sanmıyorum. belki kapakçıklarda minimal bir daralma ya da kalınlaşma olabilir. belkide sinirseldir. umutluyum bak.

UMUT kelimesini sevmesemde.. uyuyorum işte çağrılara. öyle işte, ben iyiyim diyecekmişim, iyi olacakmışım. pozitif düşün, iyi bulutlar gelsin üstüne, negatif düşün, fırtına kopsun tepende.. nevi şahsıma münhasır söz olsun bu da ...

desr çalışmaya çalışıyorum, bazen müthiş anlayıp, iyi gidiyorum. bazen çalışmaya çalışmayı beceremiyorum. nazar etme diyordu geçen gece birisi... sen de oku üfle o zaman demiştim. okuyup üflememiş demek ki.. yada yokluğuna vurmuşum baltayı... hayırlısı olsun bakalım. haftaya Bursa'ya gitmek istiyorum ama daha uzun süreli gitmek istersem şubat tatilini beklemem lazım. haftaya gidersem şubat ayında gidemem. kararsız kaldım. hem de çok kararsız kaldım.. hayırlısı olsun bakalım...

bugün Nazlı ile buluşacağım inşallah. evladı ameliyat olmuş, çok üzüldüm. şimdi elhamdülillah daha iyiymiş.

bu arada hafta içi atamalar için başvurdum. 15 tercih hakkımın 4 tanesini Hakkari'ye yazdım. orayı çok merak ettiğimden olsa gerek .. aslında görmek istediğim bir yer. şaka bir tarafa, en milliyetçi Kürt'lerin yaşadığı yer orası. nymiş dertleri merak ediyorum. kızımsa, anne ne kadar terörist varsa, orayı yazmışsın dedi ağladı. ya ölürsen.. ölürsem kısmına bakma dedim, ölüm yazıysa mekan ve yer değişse bile ölürüm. nasiptir o, takdir-i ilahi... ve nerdeyse yazdığım her yerde tanıdıklarım var. Denizli'de dostum, Samsun'da kardeşlerim, Bayburt'ta kardeşlerim, Tokat'ta öğretmenim, Diyarbakır'da dostum, Siirt'te Fatmam, Batman'da yok ama orayada Midyat yakın... ıykkkk .... Şırnak'ta bir dostum var. atanan arkadaşlarım çoğu. Adıyaman da kuzenim var. Trabzon da aile dostum var. bir tek Çanakkale de yok. Bartın'da eski komşum var. Çıkması zor ama ben denedim. bu arada, şu sevgili romanımı yazmaya devam etme kararı aldım. olmuyor böyle, kaç kitap sahibi, bana güvenip, kitabımı oku, eleştir, fikir ver sonraki basımlar için fikir ver yorumu yapıyor. ve kaç şiir yazan dost, yorumlarım, eleştirilerim için teşekkür edip, rica ediyor. ne kadar hoş bir duygu. ben öğretmen olamam yok. ben editör olmak istiyorum bu bölümü bitirince ya. hayırlısı tabi ki herşeyden önce. bugün çok mu uzun yazdım? bitirip fırına gideceğim zaten... arada Nazlı'yı aramam lazım.

Hilal olmasa bu aralar bu kadar gülemezdim. varlığı huzur veriyor, dinginlik veriyor. her daim dilimde duasın canım... iyi ki varsın... ve Sinem bana olan sevgisini öyle yoğun hissediyorum ki, o böyle sevdikçe beni, sevmek, sevilmek güzel diyorum. Asuman'ım, Behiye'm, Kübra'm var böyle can-ı gönülden seven.. Tülay'ımı unutmadım iyi ki var canım..

Zeynebimi ve Hatice'mi saymıyorum zaten. Uğur'um Tosun'um, güzel kardeşim var ayrıca, dün bana fotosentez ve organik maddeleri soruyordu. hayatta bilmem, formülleri bulup yollar mısın ablam diyordu. iyi oldu fen ile yıllar sonra karşılaştık... ve Murat'ım, canımın canı, bitanecik kardeşim, bu aralar sıkıntılı. hepsi geçecek inşallah. en sıkıntılı sabahların aydınlığı parlak olurmuş. derdin derdimdir gülüm ablam ve gece 2 de mesaj atan Reyhan'ı boğmak istiyorum. o saatte kötüyüm diye bana mesaj atılır mı? aklım çıkardı yerimden ya, ulaşamasaydım herhalde kalp krizi geçirirdim. deli kızzzzz. izahatta yok sadece kuru bir mesaj. seni çok seviyorum bitanemmmmmmmmmmmmm........


ve sen sen var ya sen.... iyisin değil mi? iyi olmalısın.. ben bunun için dua ediyorum hep....

22 Kasım 2011 Salı

Karma karışık bir yazı....

merhaba blogcuğum, yazasım geldi bugün. içim biraz yorgun.. yoğunumda işin tuhafı. olmadığım kadar yoğun. ama arada kalbimin klbini deli etmeyi başarabiliyorum sanırım. dün yine hastanedeydim, bugün şükür hastane olayım yok. olmamasına sevindim ama haftaya bugün bu saatte kalp için ultrasona gireceğim. ekg sonucumda sorun varmış. ultraqson dedi, zaten bir sorun vardı 1 aydır ama nasıl bir sorun ,du bilmiyordum. kalp kapakçık erimesi ile başım dertte olabilir. başkada bir sorun olmaz sanırım ( kiiiii bu zaten başlı başına bir dert oluyor sanırım ) bilmiyorum, ne yapacağımı, düşünmemeye çalışıyorum. ama dün kızım sayesinde kalbim uyuyana dek ağrıdı. beni epey üzdü sevgili kızım. daha akıllıca davranması gerekirken bu konu hakkında konuşmuşken 2 gün evvelinden onun kalkıp aynı hatayı daha kötü şekilde tekrarlaması korkur,ttu beni kızdırmaktan ziyade. ne yapacağımı bilmiyorum. bir başıma kararlar vermek ne denli zor.. sorsamda babasına, desem de, sağolsun her zaman yaptığını yapıp, topu bana attı.. yoruyor gitgide beni hayat...



başka neler yapıyorum, dün yine bacımla buluştum. Zeynep iyiki varsın canım ya.. bir gün sevdiği adamın karşısına çıkıp, Zeynep seni seviyor demek vardı ama... başkasının hayatına karışma durumundan haz etmem.. ve edilecek bir durumda yok.. ben kendi hayatımda çok şeyi düzelttim de, onun hayatına karışmam kaldı.

bugün, fındıklı tarçınlı kek, peynirli börek, garnitürlü makarna salatası ve kakaolu pasta yaptım. cumartesi günü Alacakaranlık filmine birlikte gittiğim arkadaşlarımı çaya davet ettim. Yarın öbür gün daha hasta olursam davet edemem diye düşündüm birazda. ki onları çok sevdim, kızlar gecesi gibi bir geceydi,. alışveriş yaptık birşeyler yedik içtik ve sinemada harika bir film seyrettik. son anda karar vermiştik. 1 gün öncesinden sinemada yer ayırtmış, babalarına kızları bırakamayınca, rezervasyonumu iptal için aramıştım ve yarın arkadaşlarla gelmeyi planlıyorum demiştim. dua niyetine geçmiş akşam 19:30 da birlikte gidelim lafı çıktı ve gittik. harikaydı... kendime siyah bir mont aldım. güle güle giyeyim falan ...

sınavıma az kaldı bu aralar kitaplara bakmaya başladım... Osmanlıca'da en zorlanacağım konuyu farsça harfler olarak düşünürken, imam hatip lisesi mezunu olmam fark etmeden yardımcı oldu. anlattıkları terimsel olsada, yüzeysel değilde derinlere insede, 6.cı sınıfta gördüğüm Arapça resmen karşımda duruyordu. temelim varmış demek ki, bazı soru kalıplarını anlamasamda epey kolay geldi bana. Ama Edebiyatçı bir arkadaşım var, Cahit beyden rica edeceğim bana Osmanlıca konusunda yardımcı olsun. Bugün gelecek olan arkadaşımın eşi. Üstünde çok emeğim var desem sanırım yalan olmaz ...

başka neler yapıyorum, teknolojik olarak bilgisayardan anlasamda, teknik terimlerden anlamadığımdan zorlanacağım gibi duruyor.bakalım hayırlısı olsun. canım sıkkın, keyifli olmaya çalışsamda canım sıkkın. kabul etmesemde umutla beklediğim bir cuma günü var. kabul etsemde etmesemde içimde bir heyecan ve bir vurdum duymazlık var. tam bir terazi yaklaşımı oldu sanki. safkan bir hava grubu burcuyum. terazi burcu ve yükselenim ikizler. uçarılığım hangisinden acaba?

dişlerim ağrıyor son hadde gelmesini bekliyorum sanırım. klasik olarak diş hekimlerinden ciddi manada korktuğumu saklayacak değilim. ama doktorlardan korkmuyorum, onları sevmiyorum. ama dünkü bayan çok hoştu, iyi ve insancıldı.. hep öyle kal ... hani hasta olanın psikolojisinden anlamıyorsanız hekim olmazsınız ... bana göre öyle... zor meslek kabul ediyorum. ben yarım saat bile duramıyorum hastane ortamında, orada çalışanında kolay şartlarda olduğunu sanmıyorum. kolaylık dilerim. acaba empati kurmamı gerektiren bir durumda mı kaldım ne yaptım?

uykum var ama bu sanırım kandaki iltihaptan kaynaklı bir yorgunluk hali... ya acaba cuma günü gelir mi? gelirde ben görür müyüm? nasip nasip nasip. inşallah inşallah inşallah...

birazdan sevgili dostlarım gelecek kısmetse... edebiyat üzerine konuşmak o kadar keyif veriyor ki bana. Zeliha ciddi anlamda edebiyattan anlıyor, eşi yüzünden mi bilmiyorum. Kendisi Din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni, Şeyma ise Okul Öncesi okuyor. Bize her yer kampüs diyorum Şeyma'ya .. Anadolu üniversitesi açık öğretim fakültesi olunca okulumuz. hayata pozitif bakmayı seviyorum ama karamsar olmadanda edemiyorum. yaşadıklarım sanırım beni buna iten asıl sebep...

bu arada vodafone kullanmayı seviyorum ama nedense bu aralar sorun yaşatıyor bana. ve çok değerli dostum, ilişki koçum dermişim ona, ki o kendinisi bilir... onunla günler hoş ve akıcı geçiyor. keşke ben İstanbul'da olmasaydım ya da keşke o Denizli'de olmasaydı. ve keşke ikimizde Ankara'da olsaydık.

biliyorum ki, hayalini kurduğum, olmasını istediğim bir kaç konu gerçek olmayacak. Ulaşılması zor değil ama yol uzun ve çetrefilli. Çok düşünüyorum akışına bırakmak için fazla erken ve fazla karışık... dedim mi günlükcüğüm? ben ilk kez kıskandım... hoşçakal....

17 Kasım 2011 Perşembe

Hastane, Edebiyat ve Alacakaranlık

Bugün güzel bir gün.. hava yine yağışlı, hava yine kapalı… ama bence güzel bir gün… içim kıpır kıpır. İçim tuhaf, sıkıntılı, özlem dolu, neşeli. Kıpır kıpır diyorum çünkü, yarımda olsa aşk dokunuyor yüreğime.. çok pesimist yaklaşsam da umut kelimesine, bilsem de sonu yok, bu defa gülesim var .. inanasım var, belki diyesim var… eylemsi hareketleri soyuttan somuta taşıyasım var… kalbimin kalbi, zamansız zamanlarda kaybetmek istemiyorum seni…

İçim tuhaf dedim, bir bilinmez sıkıntı da var, bugün kardeşimin yaş günü, erkek kardeşim 29 yaşına giriyor. Yarınsa onun kızının yaş günü, 4 yaşını bitiriyor kuzum. Onları gördüm rüyamda, kardeşimi ve eşini, hayır olsun diyorum. Hiç yapmayacağı bir şeyi yapıyor ve eşine vuruyor rüyamda kardeşim, eşi gitmek için hazırlanıyor. Karşısına çıkıp yapma diyeceğim ama diyemiyorum kadına, gitme diyemiyorum. Ama o neden önünde durduğumu anlamış gibi, abla, sen bari yapma diyor. Sen bu süreçten geçtin der gibi.. susuyorum, anlamamazlığa vurabileceğim bir cümle değil bu.. belki bir gün kadın olmak videosu bilinç altıma yerleşmiş dün. Bilemiyorum ama kardeşim vurmaz eşine diyerek içim rahat. Ama sonuçta erkek değil mi? Kardeşim de olsa, erkek erkektir. Aslında kadersizliktir her iki taraf açısından. Erkeklerin hastalıklı, ruhsal bozukluğu olduğunun ispatıdır. Doktora, uzmana gerek duyulmayan bir şiddet emaresi değil direkt teşhisin adıdır. Allah kimseye yaşatmasın. Bilirim… bilmektense ben utanıyorum…

Özlem dolu diyorum çünkü kalbimin kalbini özlüyorum.. neşeliyim, arkadaşım sağ salim Ankara’ya ulaşmış. Hiç görmeden sevdiğim dostlarıma bir dost daha eklendi. Epey hayalimiz var onunla, bize dair olanı ise, Kızılay’da bir kahve içmek, AnkaMall’da sinemaya gitmek. Ama şayet o vekil olursa, bunları yapamayız diyorum. O ise neden öncesinde yapar, sonra millet için çalışırım diyor. İnşallah canım inşallah.. o da terazi ben gibi, her terazi böyle harika değildir. Bana böyle harika olduğunu hissettiren birkaç teraziden birisidir kendisi. Çok özel ve çok harika bir hanımdır kendisi. Adını vermek istemiyorum, yerli yersiz bahislerimde, geleceğine dair bir nokta işareti kalmasın akıllarda. Ama ona dedim ki bir gün, bak göreceksin, Ege’li muhtemelen Ayvalık’lı birisi çıkacak karşına, zor imkansız dedi ama bak bu sabah mesajında demiş ki, Ayvalık uzak ama Muğla’lı birisiyle tanıştım demez mi? Koordinatları karıştırsam da, Ege ‘li olacak demiştim işte … maşallahım var..

O kadar ısrara dayanamadım ve sonunda Salı günü doktora gittim. Aşırı yağışlı bir günün ıslak hastasıydım, doktor her zaman ki gibi kronik uyuzluk emareleri gösteriyordu. Adamı gördüğüm anda ağrılarım gitti, psikolojik olarak benim ağrılar hep kaçar beyaz önlüklü görünce. Öyle de oldu maalesef. Neren ağrıyor diyor, bütün eklemlerimi kontrol etti vesselam ağrımadı. Bu ne bakıştı be adam, senin yanından ayrılmasam mı ki ? Ağrılardan kurtuldum. Odadan çıktığımla dirsek ve dizim ağrımaya başlamaz mı? Parmaklarımda gezinen ağrılar ise cabası, kan verdim, film çektirdim. 2 ayrı test istedi daha büyük bir araştırma hastanesinden. Ve kalbin için kardiyolojiye gözükmelisin dedi. Dün tahlil sonucuma baktım bilgisayardan, 2 değerim düşük ve yüksekti. Gerisi normaldi şükür. İlginç olan kansız değilim … bugün iç hastalıklarından randevu aldım, yarınsa kalpten alacağım. Off bitmek bilmeyen çile hastaneler.. benim bir doktorla evlenmem lazım. Başkası beni paklamaz sözüm yıllardır var. Bu gidişle gerçek olacak, adam benimle evlendiğine mi yanacak, sonunda, ihtisas yapmak için elinde canlı biri hep olduğuna sevinecek mi muallakta bırakan bir soru … gülüyorum…

Salı günü hastane dönüşü, kaç zamandır şiirsel yazılar yazamadığım geçti aklımdan, acı çekmiyorum ondan mı ki dedim? Yazamıyorum, yazdırması gereken kişi tatile mi çıktı ki sebep olmuyor diye de düşünmedim değil.. ve dün bir şeyler yazdım bir anda. Açtım bilgisayarı, bir de şarkılarımı açtım, veda şiiriydi. ( aslında yazdıklarım şiir değil ) git diyebildim yüreklice içimde ki aşka… ve gitme demek içindi tüm cümlelerimin özeti… okudu mu yazdıran bilmiyorum, okudu diye ümit etsem de, belli olmaz.. okumamış olması da muhtemel… video olarak ekledim, Yıldız Tilbe’nin sevdiğim çok sevdiğim ve şu anda dinlediğim bir şarkısıyla birlikte güzel bir şey çıktı. Yazıda sonradan okuduğum hatalar, eksikleri fazlalıklar vardı ama anı yakalamak çabası düzeltmelere fırsat vermedi. Olmayınca olmuyor yazamayınca yazamıyorsun gerçekten… acıtıyor mu bu peki, bazen.. bazen hissetmiyorsun ama hissizleştiğin için hissetmiyorsun. Laf olsun diye yazmak daha kolay… hissetmek ise.. bambaşka..


Bu arada, kaç gündür, kaç zamandır diyeyim hatta, edebiyatçı olmadığım halde, ki edebiyat öğrencisiyim ve edebiyatla ilgileniyorum ama edebiyatçı nasıl olunursa daha artık, şiirini okumamı isteyen kişiler, yada yorum yaptıklarım, beni mükemmeliyetçi olarak yada eleştirilerimin, yorumlarımın yapıcı olduğunu, çok önemli olduğunu düşünüyormuş. O kadar gözde büyütülecek bir kriter değilim aslında. Tevazu etmiyorum, edebi olarak eleştiremem asla. O düzeye erişemedim ama okur olarak göze batanları söylemek istediğimde sadece erkekler açık buna bir de Tülay… bu ne ya, eleştiri olmazsa, kör sağır birbirini ağırlarsa bu edebiyat olmaz ki, çoğu şiir dahi değil, nesir olarak yazar gibi yazmıyorlar mı? Okurken ürperiyorum, siz amatörsünüz ama amatör olup, kitapları olmayıp, çığır açan şairler yok mu? Sadece dergilerde ( ki günümüzde bunu internette edebiyat portalları almış vaziyette ) yayımlananlarla bile antolojileri, kitapları çıkan şairler var.. bunu bilerek ben amatörüm vs açıklamalarından nefret ediyorum. Açık olun biraz, ben açık olduğum için 6 sene önce yazdıklarımla şimdi arasında 1 adımda olsa değişim kaydettim. Okumuyoruz, dinlemiyoruz sonrada kör sağır birbirini ağırlasın diyoruz. Siyaset oldu mu, kuru gürültü sözcükler sarf ediliyor ama edebi eleştiriler oldu mu, emeğine sağlık, kaleme sağlıkla kuru kuru yalanlar söyleniyor. Öyle miydi ya ? ülke elden giderken, Tanzimatçılar, kırıcı ama bizlere güzellikler bırakmaya sebep olan tartışmalar yapmadılar mı? Abartmak ha? Edebiyat her şeyin hissi dökümüdür.. boş iş diyenler, dünyalık diyenlere gelince, mevlid okurken, ilahi dinlerken yine bir edebi eser ürünü ile müşerref oluyorsunuz.. şiir ve yazı ile tasavvuf edebiyatından faydalanıyorsunuz. En sevgiliye yazılan şiirler, kasideler, benzetmelerle güzelleşiyor.. o 571 yılında doğan bir peygamberdi demek ne kadar yalınsa, 571 yılında bir güneş misali doğdu gül kokulu peygamber demek daha iç ısıtıcı… edebiyat boş olamaz.. ama bunu basitleştirdik, her şeyi basitleştirdiğimiz gibi…

Öğleden sonra hastaneye gideceğim ama öncesinde Zeynep bacıma uğramayı planlıyorum nasipse. Birlikte bir öğle yemeğine çıkmış olalım di mi ama :)

Vesselam beklemelerdeyim.. zaman en güzel yalanın adı, zaman bekleyişlerin adı.. zamansız zamanlara sesleniyorum, ruha ve bedene sığmayan bir aşkla sevmeyi, sevilmeyi nasip et diye dua ediyorum….



ve eklemeden edemeyeceğim, yarın 18 kasım ve Alacakaranlık Şafak Vakti vizyona giriyor. yarın geceye yer ayırtabilirsem gitmeyi planlıyorum. gönül isterdi ki, kalbimin kalbi ile gideyim.. Kalbimde götüreceğim artık onu.. bu filmi film olarak, görsel olarak beğenmiyorum, eser olarak, kurgu olarak aşık oldum. Ahlakçı bir yazar Stephanie Meyer. evlilik dışı cinsel ilişkiyi o kadar çok yanlış buluyor ki, ( keza bencede öyle ) evlenmeden karakterlere birlikte olma şansı asla vermiyor.. ve cinsel unsurlar ön plana çıkmıyor, ta ki bu son filme dek, ki kitapta yine cinsellik açısından bir tutku yok. Ama görsel sanatlar olarak nasıl sunacak ki yönetmen ve yapımcı... di mi ama? yıllardır aşklarını takip ettiğimiz insanlar bir şeyler yapsın istiyorlar ( oyuncuların sevgili olması ise filmde ki iticiliği bir nebze olsun azaltmış ) ben sevmem müstehcen sahneleri, ama onlar utanmıyorsada yapacak bir şey yok... anlayacağınız, serisini en az 4-5 defa okuduğum romanın filmini görmeek için 14 aydır bekliyorum. profil fotoğraflarımı süsleyen filmin sondan bir önceki serisi.. nasip mi seyretmek bilinmez elbette. niyetimiz o yönde... profil resimlerimi ayıplayanlar çok olduğundan ve ben uyarıları güzelce söylemeyenlerden, bana karışmalarından nefret ettiğimden dolayı for ever twilight diyorum... aşk bir tan vakti yüreklerde buluşsun...

13 Kasım 2011 Pazar

pazar günü ve Git / me....

yine bir pazar günü daha. yazmayalı 1 hafta oldu mu? oldu sanırım.. ne çok yazacağım var. ne çok biriktirdim kelam... bayram geldi geçti gitti.. uzun zaman sonra annem ve babamlaydım bayramda. nedense son anda yıllar evveline döndük. bir kavga ettiler.. ruhumda bir fırına koptu.. çocukluğumda kopan fırtınalardan farkı yoktu. bu sefer teselli etmek için ağlayacak yerde gülmeye çalıştığım, onlar kavga ederken deli gibi güldüğüm, o gülüşlere sebep olan kardeşim yoktu.. gözlerim yine doldu... ve arefe gecesi dayımı yazmıştım sana, dayım bayramın ilk günü pat diye çıkıp geldi İnegöl'den.. çok şaşırdım çok sevindim. bayramın ilk günü canım Derya'ma gittim Pendik'e.. bana çiğ köfte yaptı sırf bana. canım benim hayatımda rahat ettiğim tek yer desem abartmam sanırım. Seher de de rahat ederim böyle.. sağolsunlar.... dönüşte kardeşime uğradım annemi babamı görmeye, dayımda ordaydı onuda aldım döndüm. gece 2 ydi yattık. dayımı çok özlemişim. gördüğünüz göreceğiniz tek saf erkek.. tek tuhaf derecede mülayim erkek... gazoza hap at uyut o derece yani.... canımsın dayım.. bayram Fethipaşa korusunda bitti... orayada gittim... son gününde sanırım gittim.güzeldi boğaz, Üsküdar'dan güzel gözüküyor İstanbul...

hafta başladı başlamadan evvel vedalarım oldu.. canıma mesela.. düşlerime, hayallerime vedam oldu.. sustum.. sustu.... öldüm.. ölmedi ama...

" aşk sessizliği affetmez!!! "


bu arada şiddetli ağrılarım var, şiddeti kalbime, kemiklerimin her zerresine vuran, her eklemimde gezinen ağrılar... duramıyorum, ilaç kesmiyor ağrılarımı.. doktor diyorlar, gittiklerimden görmediğim faydayı bu hafta görecek miyim acaba? şifa senden Rabbim... buna hamdolsun...

ders çalıştım bir ara çalıştım anladımda. güzeldi, her ders çalışmam böyle olmaz ama bir yerden başladım o yede de kaldım.. şu anda Ahmet Kaya arka mahalle dinliyorum.. şöyle İstanbul'u inletesim var şu şarkıyla.. son sesle... en uçuk hayalim... hayallerde sınır olmazmış ya...

başka neler oldu, hasta oluşuma rağmen mi, sonunu bilmeme rağmen midir nedir beni öldürecek teklifler aldım... sua kaldım.. tırnağın varsa kaşırsın başını...

havalar soğuk, kapalı, gri, yalancı güneşli.. hava benim havam... kasım ayını sevmiyorum evet... bir kez daha emin oldum.. dün bir ayakkabı aldım: ve her zaman ki gibi kitap aldım... Nazan bekiroğlu'nun köşe yazılarını okudum ama hiç eserini okumadım. Acaba bir Elif Şafak tadı verebilir mi diyorum? kelamı kuvvetli ama o olabilir mi? gözüm hep OD'a gitti geldi, İskender hocanın kitabını alasım geldi, bıraktım her sefasında, zamanı gelmedi demek ki onunla ve kalemiyle roman olarak tanışmanın. köşe yazarlarını okurum severim. Elif Şafak, Nazan Bekiroğlu, İskender Pala, Beşir Ayvazoğlu, Hilmi Yavuz ve Selim İleri yazıları bana çok anlam katar. Selim İleri beklentinizin üzerindedir yazım konusunda... tabularınız varsa ona dair yıkabilir köşe yazılarıyla birikimiyle... bugün okumalı nasipse

bir maçımız vardı 3 gol yediğimiz... eksiklerin ötesinde facia gibiydik... takım ruhumuz yoktu ya.. milli takımın ruhu yoktu.. nerde Hakan Şükür'lü, Rüştü'lü, Tugay'lı, Suat'lı, İlhan'lı, Bülent'li yiğitler, nerde bu yeni yetmeler... kulüp gezginleri.. biz futbolla bile moral bulan hassas duyguları olan bir vatanız.. ve heder olduk... ( çok fanatik bir kadınım ne olmuş )

özleüyorum diyemiyorsak sevdiğimize, sevdiklerimize eksilir miyiz acaba? gurur etmek iyi midir? yoksa idrak etmek midir bir bakıma? idrak derken, sevmek, aşık olmak, birisinin zamanını, hayatını işgal etme hakkı verir mi ki bize? asla... seviyoruz diye mübah mıdır her adım atışımız? hayır.. o zaman gurur değil, gönülsüzlüğe gönül koymamaktır bu ... gönül koymadımda, düşlerime ket vurdum, sustu dilim.. sustu benliğim....

sevmiyorum susmaları... sevmiyorum sessizliği... ve susuyorum işte.. bunun için bile kızgınım sana... kendime yada...

sana git dedim yalan.. yokluğun ben de talan.. son sözüm budur sakın sakın git me.... M. İnce...



böyle işte günlükcüğüm... bir de dokunmadığımız yaralar var, Van gibi.. buz ayazlarda, üşüyenlerimiz var, hepsinde bir çocuk var, hepsinde kırgınlıklar var. korkular var. beyazın masumiyeti şimdilerde laneti olmuş Van'ın.. kan re/ Van diyor sevgili Kamuran Olgun, kanb re / Van olanlara sabır ve metanet diliyorum. korkunun ecele faydası yoktur bilirim ama biz kalbende olsa sizleyiz diyebiliyorum utanarak.. sıcak evimde utanarak.. 12 kasımı bilirim. sokakta yattık kaç gece, yer umarsızca sasllanıyordu, dışarıda , ayazda bile korkuyorduk. ayazlar yüreğe, bedene hayata vuruyordu. bilirim acılarını... eviniz tabut gelir gözünüze.. bir de gurbetteyseniz ben gibi, yalnızsınızdır.. sarılacak kimseniz yoktur.. Allah beterlerinden korusun. kalbimiz senle Van...


hayat acılar sunuyor bana.. ama kardeşim canım yanıyor dedi ya dün gece 2 . 35 de... canımı yerinden söktüler sandım. Murat'ım düşmedin ya, düşmedin. sadece çakıl taşlarınatakılıyorsun, çocukkende böyle sakardın demek istiyorum.. büyümedin sen daha kuzum.. ve ben hayatta oldukça büyümeyeceksin. dilimin duasına ne olur sahip çık Rabbim. Reyhan'ımı ve onu koru...

Akşam ders çalışmalıyım, ders çalışmalıyım, ders çalışmalıyım... üç kez söyleim sünnette uyalım diye, Rabbim de o gül kokulu peygamber hatrına zihin açıklığı versin inşallah.. evde değilim dışarıdayım, bir gözlem halindeyim... gözlerim insanları seyrediyor, şiir dinliyorum.. Murat İnce ve Naşide Göktürk yorumu.. Çekil Git diyor... git / me işte.. git meeeee